7 Ekim 2017 Cumartesi

Sarhoşum



Sarhoşum.

Sarhoşken seni o kadar özlüyorum ki... Ayıldığımda o anlarımı hatırlıyorsam eğer kendimden nefret ediyorum.

Böyle olmamalıydı, o kadar güzel bir şey böyle hüsran ile bitmemeliydi... Çok güzeldi lan. Hiç kendimi o kadar mutlu hissetmemiştim son bir kaç yıldır... Olmadı.

Bu gece sokak isimlerine bakarak buldum evimi. Ben bir tiyatroda başrol oyuncusuyum ve 3 gün sonra prömiyerimiz var. Skiyim böyle bohemi.

Seni çok özledim ve sabah bu yazıyı okuduğumda " bu ne amk" diyeceğim kendime.

Bunları sana söylemek yerine bomboş bir internet sayfasına yazmak da ayrı bir zoruma gidiyor. İstediğimi sana söyleyemedikten sonra neyin mücadelesi bu amk. Skiyim böyle düşünceyi.


Ben hala seni çok seviyorum Bozulan şeyleri böyle düzeltmek değil de Herşeye yeniden başlamak istiyorum Yine o aynı heyecanı Ne yapacağını bilmeme telaşını istiyorum Ben hala senin gözlerine bakarken konuşamıyorum Bir sürü şey söylemek geliyor içimden Ondan sonra hepsini birbirine karıştırıyorum İşte bu yüzden sürekli saçmalıyorum Sensiz öyle dağıldım ki toparlayamıyorum Bu fırtına kopmuş da Alabora olmuş gibiyim...

7 Ağustos 2017 Pazartesi

E Herhalde

Zoruma giden; yerinin dolmayacak olması değil, yerini doldurmak zorunda olmam. Yani bu zorunluluk da değil. Yerin maalesef dolacak Mona. Kimse senin birebir kopyan olmayacak elbette, bazı anlar sadece sana özel kalacak belki de... Ancak yerin dolacak Mona. Benim istemediğim buydu. Neden yerin dolsun ki ? İyiydin sen yerinde. Çok güzeldin orada. Ben yakıştıramadım başkalarını oraya. Ancak kaçınılmaz son. Hep böyle oldu Mona. Sen de doldurdun birilerinin yerini. Hatta en iyi sen doldurmuştun. Daha iyi dolamazdı. Ve senin gibi başkaları da başaracak bunu. Benim sizdeki yerim zerre sikimde değil çünkü adım gibi eminim ki, hayatınızın çok kısa da olsa bir noktasında inanılmaz bir soru işareti olacağım sizin için... Acaba doğru mu yaptınız ?  Bir anlığına bile olsa bunu sorgulayacaksınız. Benim sorguladığım gibi... Etrafınızdaki insanlar da inceden bunu sorguladığında öfke nöbetleri geçireceksiniz. İnsanlar bu kararınıza bir süreliğine de olsa saygı duyamayacak ve siz delireceksiniz.
Benim pişmanlığım yok Mona. Olması gerekenler oldu ve bu bir savaş değil. Olmadığım birisi gibi davranarak seni kaybetmemektense olduğum gibi benden vazgeçmeni yeğledim. Yalnız hayal kırıklığım şu oldu; tüm bu süreçleri sen önceki yazılarımdan biliyor ve hayranlık duyuyordun... İçi beni, dışı seni yaktı hep.
E herhalde yerimiz dolacak. Başkalarıyla sevişecek, birbirimizi hiç sevmeyeceğiz bundan sonra. Hiç sevmemişiz gibi...

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Neresinden Başlamalı ?

Yazabileceğim o kadar çok hikaye var ki... Neresinden başlamalı bilemiyorum her seferinde. Aşk ve aptallık arasındaki kalın çizgiyi tutturamayanlardanım. Bunu önceki yazılarımı da okuduysanız çoktan çözmüşsünüzdür zaten. Fakat ben farklı hiç bir şey yapmadım. Hep burada anlattıklarımı hissettim hep ve hissetmediğimi yazabilecek kadar da profesyonel değilim maalesef.

Bu blogdaki yazıların neredeyse büyük bir kısmını oluşturan "Gavurun Kızı" dediğim insan bu hafta sonu evlendi. Bu zaten olabilecek bir şeydi herhangi bir üzgünlüğüm kırgınlığım v.s yok. Aksine mutlu olması tek temennim. Ancak şöyle 10 yıl kadar öncesine gittiğimde neler hayal ederken insan neler gelebiliyor başına... Tek söyleyebildiğim "hayat çok tuhaf lan". 10 yıl önce gavurun kızına ve bana deseydiniz ki; "siz başka insanlarla mutlu olacaksınız, başka insanlarla evleneceksiniz" diye... Siz bu dünya üzerinde nefret edilmeyi en çok hakeden insan olacaktınız gözümüzde... Çocukluk işte. Bu planları hep biz yapmıştık. Evlilik, kariyer, aile hayatı ve tüm bunların hepsini bambaşka insanlarla yaşamak durumunda kaldı. Bu noktada "hayırlısı bu imiş" demek en doğrusu oluyor sanırım... Gavurun Kızı ile ilgili rahat tespitler yapabiliyorum zira üzerinden hatırı sayılacak bir vakit geçti, bugün hala anılıoyr olmasının sebebi "başlangıç" olması. Daha fazlası değil...

Ancak sanıyorum ki son olmayacak ömrümü uğruna harcamak istediğim insanların başka insanlarla mutluluğu yakalaması... Bende de bi yaraklık var gibi... Suçlamak çok kolay. Seni çok kolay suçlayabilirim mesela Mona... Her gece yazılarımı okuyup okuyup gaza gelmen... Beni, hayalini bile kuramadığım bir mutluluğun içine sürüklemen ve aynı hızla bu durumdan uzaklaşman... Haklı sebeplerini görmezden gelemem ancak bu kadar da kötü olmamalıydı... Bana hayranlık duyan sözlerinin ve gözlerinin aynı hızla bana nefret ile bakması, konuşması... Sen yaptın her şeyi Mona. Bunu kabul etmek gerek, gerçi kabul etsen de işime gelmeyecek bu saatten sonra. Çünkü beni mutlu etmeyecek bunların hiç birisi yokluğunda...

Benim için ne yaptığını soran olursa eğer bir gün, "ona ilham verdim" dersin diyecek bir şeyin yoksa bile...

Amına koyduğumunun kelimelerini bir araya getirip, gerçekten anlatmak istediğimi anlatamıyorum artık. Tek düşündüğüm buralardan gitmek ve korkarım sıra buna geldi. Seni, yaşadıklarımızı, hatıralarımızı hatırlatacak her şeyden uzaklaşmak. Amına koyduğumunun yerinde çok az sayılabilecek bir zamanı paylaşmış olsak da, seninle hayalini kurduklarımızın yarısını bile paylaşmamıştın kimse ile... İşte bu yüzden büyük bir olaysın benim için. Zamandan bağımsız...

Bu güne kadar çok rahattım ayrılıklarımda, evet yine çok üzüldüm. Ağladım, zırladım, isyan ettim, sarhoş oldum, kendimden tiksindirdim... Ancak hiç birisini aniden karşımda bulmna ihtimalim asla söz konusu değildi... Sen öyle değilsin Mona. Aniden karşıma çıkabiliyorsun, ailen, arkadaşların... Seni hatırlatan her şey her an hayatımda... Bu yüzden gitmek istiyorum... Mesela iş çıkışı, takım elbisem ile en son bir mekana gittiğimde seninle buluşmuştum, geçen gece tiyatrodan arkadaşlarla, ilk fotoğrafımızı çekindiğimiz masada buluştuk... Bu belki hastalık ama sadece sen vardın o masada... Diğerleri hiç ilgimi çekmedi... Mimiklerimle, sözlerimle, jestlerimle onlarla ilgileniyordum sözde... ama aklım tamamen 8-9 ay öncesinde, o masada yaşadığım çocuksu heyecanı düşündü hep... Battım Mona, bir bataklığa saplandım, başıma gerçekten büyük bir bela aldım ve battım Mona. Her şeyi elime, yüzüme, gözüme bulaştırdım... Ve lanet olsun ki; senden nefret mi ediyorum yoksa hala seni çok mu özlüyorum hiç bilmiyorum. Her ikisi için de muazzam sebeplerim var ancak ben hala karar verebilmiş değilim... Keşke böyle olmasaydı Mona, keşke bana bu kadar ilham vermeseydin... Çünkü bunlar sadece ısınma turları...

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Trafo

Bu akşam oradaydım. Arka camının baktığı Trafoda. Serseri gibi... Yolumu birazcık uzattım sırf bunu yaşamak için. Evinin yakınındaki trafoda bi sigara içmek için. İçtim de....

Sevmek, rahatsız olmasın diye körkütük sarhoş iken ona bu kadar yakınlaşıp hiç bir şey belli etmemektir rahatsız olmaması için... Özlediğim için oradaydım ancak bunu onu rahatsız ederek göstermem mümkün değil. Belki güzel bir şey bilemem, belki çok hoşuna da gidebilirdi... ben öyle düşünmediğim için bir şey belli etmedim. Kardeşimi arayıp gelip beni almasını istedim. Yürümek bile zor geliyordu, çünkü sadece onu düşünüyordum yürürken.

Çok sarhoşum. Buna rağmen kimseyi rahatsız etmediğim için de mutluyum.

Keşke bir anlığına görebilseydim seni. Olmadı, göremedim. Lanet olsuj bana ki hangisi sizin pencereniz onu da bilemedim...

Belki benden çok sevsiğin insanlar olmuştur hayatında ama seni benim kadar özleyen olmadı ve olmayacak da...

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Anlık

Ağlamak ayıp mı ? 

Ağlayamamak daha büyük bir eskisklik değil mi ? Samimiyetsiz ibneler. Bok gibisiniz biliyorum ama hala çok mutluyum ayakları... tamam sizi böyle aşağılıksınız. Sevdğini kaybettiği için üzülen insanları ne siye hor görürsünüz. Siz kimsiniz lan ruhsuz götverenler. İnsan üzülebilir, sevinebilir, korkabilir ve bunu belli eder. Sağlıklı olan budur. Size uymaya çalıştıkça içimde tonlarca yük birikmeye başladı. Siktirn gidin. Güçlüyseniz güçlüsünüz tamam amk. Nasıl olur da hiç üzülmezsiniz, nasıl olur da hiç bir şey olmamış gibi yolunuza devam edersiniz... bu kadar mısınız ? Nasıl yakıştırıyorsunuz bunu kendinize...  Nasıl yaşıyorsunuz kendinizle ?

Düşün ki avuç içlerini öpen bir insan var hayatınızda ve bir takım talihsizlikler sonucu onu kaybetmişsiniz... kaç kişi avuç içlerinizi öper lan ? Ben avuç içlerimi öpen birisini kaybettim ve aylardır buna içer buna üzülürüm... bu mu yanlış olan ? Avuç içlerinizi öpüp yanağını avuç içlerinize bırakan çok mu insan var hayatınızda ? 

Samimiyetsizsiniz oğlum. Sevmeyi bilmiyorsunuz üzülmemek için. Siz üzülmeyi göze alamıyorsunuz ve eksiksiniz. Siz eksiksiniz. Sizi bu hale getiren sistemin de amına koyim. Ağlayan insanları yargılamayın, hor görmeyin... Cesaretlendirin. Çünkü onlardan çok az kalmış. Gerçi alayınız yorgan altında ağlıyorsunızdur da güvenilmiyor hiç birinize. 

Yine olsa yine üzülürüm. Çünkü gerçekten uğruna üzülmek gereken şeyler yaşıyorum ben. Siz gözlerine bakmak yerine birlikte içtiğiniz mochayı hikaye olarak atmayı tercih ediyorsanız bilemem. Ben çok dolu yaşıyorum çünkü bu anları. Ne içtiğimin ne yediğimin saatin kaç olduğunun hangi gün hangi ay olduğunun zerre önemi olmuyor çünkü. Check in yapmak aklımıza gelmiyor çünkü bizim birbirimizi gördüğümüz zaman. Foto çekinmek için bile vakit kaybetmeyi sevmiyoruz. Bu yüzden bir kaç tane fotoğrafımız oluyor... o bir kaç fotoya bakıp aylarca içip üzülebiliyoruz bu yüzden. Tıpkı eski zamanlardaki gibi. Bir fotoğrafıyla aylarca avunmak...

Yazık size... Hakkını verin bazı şeylerin.

16 Mayıs 2017 Salı

Sen Ağlama Lan



Bir kaç haftadır bununla yatıp kalkıyorum.
Sen ağlama lan.

Bir kaç hafta önce bir cenazeye katıldım. Ne olursa olsun katılırdım, çünkü sevdiğim insanların çok sevdiği bir insan son yolculuğundaydı... Mona dedesini kaybetti...

Bu yazıyı neden bu kadar erteledim bilmiyorum. Muhtemelen yeteri kadar içmediğimdendir.

Bir perşembe gecesiydi...Yine alkolle,şiirle geçirdiğim bir gece... Nazım Hikmet' in "Karıma Mektup" isimli şiirini dinliyordum. "Yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı, en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı" diyordu... Muhtemelen ben bunu dinledikten bir kaç saat sonra zeytin gözlüm dedesini kaybetmişti... İçime doğmuşsa demek ki...

Sabah aldım haberini tabiki de... Mona ile yaşadığım mutlu son ile bitmeyen kısa film tadında aşkımızın zerre önemi yoktu bu cenazeye katılmam için. Ne olursa olsun katılırdım. Hatta benim alternatifim olan arkadaşım da izinde olduğu halde gemileri yakıp izin istedim. Zaten ses tonumdan durumun öneiminin farkına vardı yöneticilerim. Zerre yokuş yapamadılar. Neyse apar topar gittik cenazeye...

Kim olursa olsun, ne olursa olsun cenaze evi beni ağlatır moruk. Beni hiç tanımadığım insanların cenazesine bırakın yine gözlerim dolar... İnsanların yıllarını paylaştığı babalarıyla,kardeşleriyle,eşleriyle,dedeleriyle son kez vedalaşmaları her zaman çok zordur...

Orada gördüm zeytin gözlümü... Kömür gözleri yaşlanmış, elmas olmuştu. Ağlama lan. Zaten yeterince zor cenaze evleri bir de senin ağladığını görmek... Her ne olursa olsun sen ağlamamalısın, üzülmemelisin... Tamam haklı üzüntün bu senin ama ne biliyim... Ağlama işte. Kıyamam amk. Ben kinci bir adam değilim moruk. Zaten kinci olmak için bir sebep yok ama günümüzde benim bu yazdıklarım nedense çok absürd aşırı romantik ve kabak tadı veren şeyler olarak nitelendiriliyor... Siz eksiksiniz bana göre... Ne olsaydı; sevinse miydim ? Hissiz olabilir misiniz siz bu durumlarda ? Ya siz ya ben çok yanlış biliyoruz bu işleri biliyorum ama ben buyum moruk. Ne olursa olsun dayanamam. Bir gülüşüne yılların acısını unuttuğum insanın ne olursa olsun ağlamasına dayanamam... Hatrı var ulan. Bizde nefret tohumları yeşermiyor bir türlü. İklim hiç bir zaman müsait olmadı.
Ben ağlıyım ve bunu ne sen ne de başkaları bilsin ama sen ağlama üzümlü kekim. Zaten zor olan daha da zorlaşmasın. Öyle şeyler olsun ki sen hep gül...

4 Mayıs 2017 Perşembe

Rakı

Rakı'da ayrı bir şey var. Sık içerim, genelde viski içerim ucuzundan. Biradan daha ucuz ve etkili. Ancak Rakı'da başka bir şey var. Viskide herhangi bir duygu yoğunluğu oluşmazken Rakı'da olay bambaşka. Hasret var, isyan var, özlem var. Rakı'da duygu var amk. Viski serserilik, Rakı ise ağır abilik...
Evet Rakı içtim, ondan bu tespitler... Neyi özledim, neden özledim bilmiyorum ama Rakı kanıma karıştıkça özledim. Duygulandım. Bok gibi oldum. Bu sikko satırları Nazım Hikmet' in bir şiiri ile sonlandırayım da bari en azından şiir okumuş olun.



Şehrime gel Sevgili.
Yarın çık gel.
Bırak her şeyi, bir "bekleyenim var" de gel...
Gel ki; bu şehir adımlarınla aydınlansın.
Gel ki; bu şehir nefretim olmaktan çıksın.
Gel ki; nefes alayım.
Gel...

21 Nisan 2017 Cuma

Tivit

Savaşta katledilen çocuklara alışmak gibiydi yokluğuna alışmak... Sessiz kalamıyorsun ama elinden de bir şey gelmiyor.

20 Nisan 2017 Perşembe

Paralel Evren

Bir sevgili refleksi olarak demedim sana "hayatım" diye... Gerçekten öyle olduğu için senden sonra. Öyle ki; hala durum aynı... Bir insan bunu tercih edemez. Sürekli birsini düşünerek yaşayamaz, yaşamamalı. Hastalık bu. Fakat bunu gerçekten ben mi seçtim ? Varsayılan olarak mı ayarladım seni ? Gerçekten çok ciddi bir durum yoksa istisnasız insan hep mi aynı insanı, aynı hatıraları ve aynı hataları düşünür ? En korktuğum şey oldu artık seni kanlı canlı görmek... ve en çok istediğim şey. O kadar standartsın ki artık aklımda... Hiç bir şey yapmadan bendeki halinle yaşıyorum seninle. Şimdi hayatımda olsaydın neler konuşurduk? Bu akiam sinemaya sen de gelebilir miydin ? Öğlen arasında kaçamak yağıp birlikte yemek yer miydik ? Bu haftaki konsere bilet alır mıydık ? Biz böyle olmasaydık hala bana öyle hayran hayran bakar mıydın ? Hala heyecanlanır mıydım o kadar ? Yoksa alışmış olup sıradan mı karşılardım ? Şimdi ne yapıyorsundur ? Arkadaşlarınla konuşurken benden hiç söz açılıyor mudur ? Yüz ifaden nasıl oluyordur ?

Ben aslında alternatif hayatlarımızı da düşünüyorum. Ya böyle olmasaydı diye... ve bu gece kızıl saçlarına bakıp, kan kırmızı bir şarabı hiç etmeyi hakettim kendimce. Kendimi hiç sevmiyorum, bu yüzden sağlığıma da dikkat etmiyorum bu aralar. Şimdi birlikte olsaydık çok kızardın buna, bileğimin sakat olmasına rağmen halı sahaya gitmeme kızdığın gibi... Hala hayatımdasın, hayatım.

14 Nisan 2017 Cuma

Yazık Bana

Benim suçum neydi lan ? Gerçekten benim mutluluğumu isteyen insanlar, istemeden de olsa ağzıma sıçtı. İyiydim lan ben... Süper toplamıştım kendimi. Askete gidip gelmişim, kendimi geliştirmişim. Level atlamıştım resmen... Beni öyle bir işlediler ki Mona konusunda... Hem Mona, hem ailem, hem ailesi ağzıma sıçtı... Ağzıma sıçtınız lan. Ben hiç bir şey olmamış gibi devam edemiyorum. Ediyorum ama en azından bunları yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Hem de çük kadar telefon ekranından ve aynı anda ikişer harfe basıp sürekli düzeltmek zorunda kaldığım telefonumdan...

Daha önce eski sevgililerimle hiç karşılaşmamıştım... Bu gece de bu ilk'i yaşadım. Ne derseniz deyin amk. Ben muhtemelen olgunluğa erişebilmiş değilim sizin için ama hiç bir şey olmamış gibi görmezden gelemem, gelmemeliyim... Yakıştıramıyorum kendime; gözlerinde huzur bulduğum insan ile göz göze gelmemek için çaba harcamayı... Ayıp lan. Kendime saygımı kaybediyorum iyice. Ben o kadar geniş değilim lan. Nerden bulaştım bu belaya. Niye başıma geldi bunlar Allahım.

Ağzıma sıçtınız Mona, ağzıma sıçtınız anne... En büyük derdim bu olsun ancak unutamıyorum. Normale dönmem çook uzun zaman alıyor. O, bulunduğum ortamdan kaçarcasına uzaklaşırken ben halen ne kadar güzel olduğunu filan düşünüyorım. Nefret ediyorum kendimden. Umrunda olmadığım insanı hayatımın odağına alıp, gece gündüz onunla yaşamak zorunda bıraktığım için kendimi, kendimden ölesiye tiksiniyorum. Bu huylarım benim gururumdu aslında ama artık öyle değil. İntihara meyilli bir birey olsaydım çok kolaydı tüm bunlardan kurtulmak... Kendimi bu noktada sevdiğimi hissediyorum. Ruhum değil ama canım, hayatım kıymetli... Senin koluna attığın façaların kralını psikolojime atmışım. Yaptığım en kral tedavi 2 ay sürdü ve devamında daha beter oldum.

Neyse Mona, sen kendini rahat hisset yeter ki... Ben her ne kadar kendimden ve tüm bu olanlardan tiksinsem de seni görmezden gelirim. Sen kitabını oku, ben içip içip kitabımı yazarım. Seni çok özlüyorum, kaçıp kurtulduğun iyi oldu benden güzel sevdiğim...

Bu arada, bu gece orkestra şefinden senin için Harry Potter çalmasını istedim... Bir sonraki konserde çalacağına söz verip kibarca reddetti beni... Meğer sezonun son konseriymiş. O da ayak üstü sikti beni. Yazık ediyosunuz bana ya da yazık ediyorum kendime...

6 Nisan 2017 Perşembe

Hafıza Kaybı

Duygu yoğunluğuma rağmen çok az yazıyorum. Zaman ilerledikçe, belki de yaşım ilerledikçe, değişiyorum. O kadar çok yazmalıydım ki... Parmaklarımı yara yapacak kadar, okumaktan gözlerinizi ağrıtacak kadar... Biraz içmem gerekiyor sanırım. Yazmaya başlayınca "kal" geliyor artık. Durup düşünüyorum bir sonraki cümleyi. Aklımda hızla dolaşan tilkileri kuyruğundan yakalamak kolay olmuyor sanırım artık... Bir hafıza kaybı yaşıyorum... Ne giymişti ilk buluşmamızda ? Ojeleri ne renkti ? Sigarasını hatırlıyorum, paketinden çıkarıp narin parmakları ile mentolünü patlatışını... Bazen zorlanıp yüzünü kırıştırışını hatırlıyorum... Kahve mi içmişti ? O gece neler konuşmuştuk ?

Eskiden fil hafızalı derlerdi bana... Detay hatırlardım. Unutmazdım. Sanırım fil hafızamı bundan önceki hayalkırıklıklarımda fazlasıyla kullandım... Tam net seçemiyorum hatıralarımı...

Nasıl sevmiştik birbirimizi, ilk kıvılcımı veren cümleler neydi ? Beni ne kadar mutlu ettiğini hatırlıyorum... Bizi mutsuz edeceğini bilmediğimiz ama heyecanla beklediğimiz o cuma akşamını hatırlıyorum sadece... Gün olarak. Sadece bir cuma akşamıydı... Nasıl başlamıştı ? Neler konuşmuştuk o akşam ? Ne kadar heyecanlanmıştık ? Karnım aç mıydı ? Evet açtı bunu hatırlıyorum. Yine de hiç bir şey yememiştim.

Cuma akşamlarından, haftasonunun başlıyor olmasından nefret ediyorum aylardır... İşe gidince eve gelmek, eve gelince işe gitmek istiyorum... Aslında ikisini de istemiyorum. Doğrusu şöyle: İşten çıkınca eve gitmeyi, evden çıkıp iş gelmeyi istemiyorum. Her sabah "bugün istifa mı etsem" diye düşünerek işe gidiyorum. Bütün gün mesainin bitmesini bekliyorum, mesai bitince hiç bir rahatlama yaşamıyorum. 30'a merdiveni dayadım ama mutlu olmayı başaramadım. En son mutlu olduğum zamanı hatırlıyorum. Çok uzak değildi... Ancak ardından bu kadar bok hissedeceğimi bilseydim... Keşke bilseydim... 1 aylık mutluluk için aylarca bok hissetmek... Tamam mutluluğa gerçekten açtım ancak öncesinde de bu kadar kötü durumda hissetmiyordum kendimi... Hatta harikaydım. Askerliğimi bitirmişim, tekrar çalışmaya başlamışım, fazla kilolarımdan kurtulmuşum falan filan... İş, ev, spor olarak geçiyordu günlerim. Kuş gibiydim. Askerde edindiğim spor alışkanlığımın yanında, kitap okuma alışkanlığım vardı.. Haftada 1 kitap okurdum. Yine öyle haftaların birinde yeni bir kitap almıştım. Almaz olaydım... Aşk pişmanlık değildir. Pişman değilim hiç birisi için. Evet bir kaç kez "keşke" kelimesini cümle içinde kullandım ama pişmanlıktan daha farklı benimkisi.

İlk zamanlar bu "bok" ruh halimi gizleyemedim ne evde, ne işte... Herkes farkındaydı bi bokluk olduğunun, ancak bu bokluk yüzümü düşürtmediği, kaşlarımı çattırttığı için kimse de soramıyordu ne olduğunu... Korkuyorlardı. Patlayacaktım çünkü. Ve genellikle hiç haketmeyen insanlara patladım. Sessizce yüzümün yumuşamasını beklediler. Dinlediğim şarkıların normale dönmesini beklediler... Baktılar olmuyo teker teker konuşmaya çalıştılar. Ne ben onları ne de onlar beni anlamadı. Onlar beni olayların üzdüğünü ve üzerimde etkisinin hala olaylar olduğunu iddia ediyorlardı. Ben ise artık kendimden bıktığımı, olayların her zaman başıma gelen alelade şeyler olduğunu ve kendime tahammülümün kalmadığını iddia ediyordum. Gerçekten de öyle... Kendime tahammül edemiyordum. Bıktım kendimden... 1 yılda aya kalkıp bir kaç ayda daha da beter olarak dağılmaktan bıktım. Bunlar herzaman herkesin başına gelebilecek şeyler. Abartı bir durum söz konusu değil aslında. Ancak bendeki etkisinin bu denli yıkıcı olmasından ve her seferinde daha da şiddetlenerek devam etmesinden bıktım. Değişebileceğime olan inancımın çok kolay kırılmasından bıktım. Eskiden kendi kendimi çok kolay motive edebiliyorken artık haftalarca uğraşıp saatler içinde tekrar demotive olmaktan bıktım. Ben sanırım başarısız oldum şu ana kadar mutlu olma konusunda... Şımarıklık. Eskiden böyle durumlarda, sahip olamadıklarımı değil sahip olduklarımı göz önüne alır öyle değerlendirirdim her şeyi... Şimdi ne sahip olduklarım ne de olamadıklarım bi bok ifade etmiyor artık. Sebebini sonunu bilmediğim bir bokluk var üzerimde ve tam olarak buna sebep olan olayları hatırlayamıyorum. Duygusal travmaların hafıza kaybı yarattığını okumuştum. Fakat travma çok uzun sürmüş olsa gerek, o döneme ait pek bir şey hatırlayamıyorum. Neden o kavgaları ettik ? Kısa sürede nasıl bu kadar değiştik ? Bana olmaz dedikten bir hafta sonra biz nasıl olduk ? Neler yaşandı bu geçiş süreçlerinde hiç birisini hatırlamıyorum artık. Tek hatırladığım inanılmaz bir "zafer" hissi. Ardından aynı oranda "tükenmişlik" hissi... Kendimi hiç bu kadar değersiz ve gereksiz hissetmemiştim. Çalışıp para kazanma dışında bir boka yaramıyordum. Belki tiyatro... O da göreceli bir şey... Sırf evden çıkmış olmak için zorla 1 saatliğine dışarı çıkartıyorum kendimi... Sığır gibi yatıyorum kanepede... Ergen gibi bilgisayarın karşısında... O sikik telefon da hep elimde... Ailem gerçekten geçmişimi, arkadaşlarımı v.s bilmese bu dönemde asosyalliğimden inanımlaz derecede korkarlardı...Neden kaşlarını çatıp bön bön bilgisayara ya da telefona bakıyor bu çocuk ? Çocuk dediğin de 30 a dayanmış birisi artık...

Şu dönem hayatımın genelinde hissettiğim başarısızlık ve değersizlik hissi... İnsanların bana değer vermediği ile alakalı bir şey değil. Kendime değer veremiyor olmamdan ötürü... Yoksa beni çok seven pek çok insan var etrafımda.... Ancak ben artık eskisi kadar sevemiyorum kendimi... Seviyor olsaydım, tüm bunların daha en başında, ilk belirtilerinin hissedildiği o soğuk günlerde; ben tekrardan bunları yaşayamam, lütfen sorunlarını çöz diyip kendi işime gücüme dönmem gerekirdi... Sonunun ne olduğunu bildiğin, seni ne kadar yıkacağını bildiğin bir işe tekrar depar atarak gitmek... İşte bu yüzden hiç acımıyorum kendime... Çünkü sizler kadar sevemiyorum kendimi... Aslan burcu için bencil derler ama ben yenemediğim sorunlarım için bencillik yapıp hiç kimseye sırtımı dönemiyorum. Hala ailemle yaşıyorum, beni mutsuz eden olaylara rağmen... Hala o sikik işte çalışıyorum, nefret ettiğim ama yüzüne gülümsemek zorunda kaldığım insanlarla beraber... Bencil olabilseydim ya da kendimi gerçekten sevebilseydim şu an ilk yapmam gereken şey "istifa" etmek olurdu. Umarım o kutlu gün çok uzak değildir....

Sonuç olarak hatırlamıyorum. Unutmam gerekenler aklımda, hatırlamam gerekenleri hatırlamıyorum...

22 Şubat 2017 Çarşamba

Yasaklı Şarkılar


Çalma listemi oluşturan şarkıları yazıcam bu akşam. Sarhoş değilim, henüz içmedim. İşten yeni geldim ve yemeğimi yedim. Birazdan bu şarkılardan oluşan çalma listem ile yürüyüşe çıkıp kara kara düşünücem. Kimseyi görmeden hızlı hızlı yürücem. Kınalı Kar dizisinin Cabbar Ağası gibi asık yüzlü olucam yürürken. Bir tanıdık ile karşılaştığımda yüzümü yumuşatmak zor olucak ama bunu da başarıcam. Zaten derdi olmayan adam bile şu şarkıları arka arkaya dinlese birilerini özleyesi gelir. Üstelik ben bu şarkıların hepsini hakettim ve hissederek dinliyorum. En diplerdeki enstrümanlara kadar duyuyorum. Bu şarkı zor zamanların kendini belli etmeye başladığı ilk günlerden beri vazgeçilmezim. keşke sen de başını alıp gitmeseydin... Diğerleri gibi olmasaydık.




Sezen Aksu'nun olmadığı bir yasaklı liste yoktur herhalde... Yine Cem Karaca'ya paralel zamanlardan beri dinlerim. İnsan biraz olsun akıllanmaz mı lan ? Her seferinde mi aynıları olur. Benim kimseye kinim filan yok. Ben kendime tahammül edemiyorum artık. Her seferinde aynısı başıma geliyorsa bende bir bokluk var demektir. İstisnasız aynı süreç. Üstelik gittikçe kısalıyor artık mutlu olduğum süre... 2 yıl ile başlamıştı, sonra 1 yıl' a indi... Yine de makul bir süre sayılır 1 yıl. Sonra 6 ay'a düştü... En sonunda da 2 ay'a indirmeyi başardım(!)... Kendime tahammül edemiyorum artık. Ancak kendime bok atmayı da sevmiyorum sanırım ilk başlarda... O yüzden başka faktörlere yükleniyorum... Aşk acısını anlatan obsesif kompülsif genç gibiyim aslında ben de... Sakin olamıyorum. Vazgeçemiyorum. Üstüne üstüne gidiyorum... Bildiğim bir şeyi, örneğin beni sevdiğini, her gün her saat başı duymak istiyorum zor zamanalarda ondan... Normalde aşırı şekerli bir kabak tatlısı tadı verecek olan şeyleri daha yüksek dozlarda istiyorum o an. Kendimi kaybediyorum. "Aşk hata değil, onun bundan kaçabilmesi ve benim kaçamamam beni öldürüyor"...  Sonuç olarak "yine mi keder? ama artık yeter"...


Şimdi ufaktan benim tarzıma geçiş yapıyoruz... Aslında sayı inanılmaz artırılır da iyi seçmeye çalışıyorum. Yoksa 20-30 şarkılık bi liste yapılabilir ama ben sıkmamak adına kısa tutmak istiyorum. "Beklenmeyen misafir, sen benim gönlümde.... Böylesine tatmamıştım, mutluluğu ömrümce..." Aşk, sevgi elbette bunlar da mutluluk sebebi ve bunları yaşadık daha önce... Ama bu kez bunlardan fazlası vardı. İlk kez "tam" olabileceğime rekor bir sürede inanmıştım. Kaybettiğimi düşündüğüm heyecanımın inanılmaz bir enerji ile geri gelmesi beni de çok şaşırtmıştı... Ergen enerjisi. O derece yani. Neyse... beceremedim ve yine olmadı. Sana kızgınlığım, kendime olan kızgınlığımdan. İki mutsuzluktan bir mutluluk çıkarabilsek keşke... "Ey beklenmeyen misafir kılıklım... E gidiceksen gelmeyeydin be kadın!"



Bu diğerlerine nazaran çok daha kısa bir şarkı... Kısa ama etkili...

"Şimdi bir sorum var. Dirilerin üzerleri hiç toprakla örtülür mü? ya da Siz hiç, bir okyanusu dudaklarından öptünüz mü?"




Yıllardır yasaklı listemde durur... "Yar olmadın"... Çok net işte. Aynı eski güzel türkülerdeki gibi... Yar olmadın. Geliversen aslında... Çok özledim... Bu şarkı harbiden sıkıntı benim için. Bu güzel şarkıyı dinlerken okuyabileceğiniz bir şeyler yazmak isterdim buraya ama siktir et. Dinle sadece. Arkana yaslan, gözlerini kapa... Sana yar olmayanları düşünerek dinle. Belki nasıl hissettiğime yaklaşabilirsin.




Ancak bana tam anlamıyla en uygun şarkıyı soracak olursanız, sanırım bu olurdu cevabım... 

Kaybettik Severken...
Yorulduk Denerken...
Bana Sabırlar Dilerdin...
Sen Pes Ettin Benden Erken...

Mona ile mutlu günlerimiz başladığında ara sıra bana "başına çok büyük bir bela aldın, allah sana sabırlar versin" diyordu... Tam olarak bunu kastetti sanırım... Gerçekten dertsiz başıma çok büyük bela aldım. Ancak ayrılık da aşk'a dahil. Her nasıl ki her canlı ölümü tadacaksa, her aşkın da bitme ihtimali oluşuyor başladığı anda... Doğal bir şey yani. Bunu da göze aldık. Biz bu yola kefenimizle çıktık Reyiz... Espri filan da yapıyom sarhoş olmayınca şuraya bak. Neyse... Öyle diyordu bana, sabırlar diliyordu... Ben de kendime güveniyordum. Bilmiyorum Mona seni hayal kırıklığına uğrattım mı ama bak ben hala sana yazıyorum... "Hala" derken öyle bir kaç yıl geçmiş değil elbette. Belki  ay bile olmadı... Einstein' ın kemikleri sızlayacak belki ama, ışık hızına çıkınca değil, insan çok sevdiği birisinden ayrılınca yavaşlıyor zaman... Saniyesine kadar yaşıyorsun çünkü... Dakika içerisinde 2 kez saate baktığımı bilirim bankada. Abartmıyorum. Zırt pırt telefonun ekran kilidini açıyorum saate bakma bahanesiyle... Saate bakmak bahane belki de... Hani bir ihtimal senden haber gelir umudu... Umut demişken; "nefes aldığımız sürece umut vardır" diye bir söz var ve bu amına koyduğumunun sözünü bilinçaltıma kim bu kadar işlediyse sürekli iyi şeyler umut ederek yaşıyorum. Detayına girmicem. Ancak umut sikiyor bazen... Ne tam umutluyum ne de tam umutsuz... Arada gidip geliyorum ve hakkatten ruh halim de buna bağlı çok gidip geliyor. Anneme üzülüyorum çoğunlukla... Kadın bir bakıyor çok iyiyim, bir bakıyor sanki dünyadan bütün mutluluk gitmiş gibiyim... Değişiyor yani. Neyse... Yani ben sevimli olmak adına demedim " ben kendime güveniyorum, sen de başına büyük bela aldın" derken... Bak başına büyük bir bela aldın. Her ne kadar tüm bunları kendi içimde yaşasam da hala senden vazgeçmeyen ve senin istemediğin birisi var hayatında... Bu gerçekten bela değil de nedir ? 





Eğer seni kırdıysam, darıl bana... ama bir gün beni ararsan bak ruhuna...

Müslüm olmadan da olmaz. Sezen gibi...

Çünkü sen çölüme yağmur,geceme gündüz, canıma yoldaş, kışıma yorgan oldun...
Bu nakaratı seninle, alkolün biraz fazla alındığı bir gecede, Boş sokaklarda ya da bir arabanın arka koltuklarında, bağıra bağıra, sarıla sarıla söylemek isterdim. Gülen gözlerine baka baka...


Finali de Koray Avcı yorumu ile yaparım. Bunu da son haftalarda alkole başlarken dinliyorum... Pazartesi okul açılışında okunan istiklal marşı gibi... Bugün de hiç tadım tuzum yok.


Son diyip duruyorum da bunu paylaşmadan olmazdı. Bunu da çok dinliyorum, hatta diğerlerinin aksine bunu dinlemek biraz hoşuma da gidiyor sanki... Anestezi gibi 8-9 tekrardan sonra. "Her seferinde mi aynısı olur lan" sözümün tam karşılığıdır bu şiir.

"başın döner, gözlerin kararır ve bilincini yitirirsin. sonrası sonsuz karanlık. 
işler bir kere kötüye gitmeye başladı mı durduramazsın. ardı arkası kesilmez, dibe battıkça batarsın. bi noktadan sonra her şeyin normale dönmesi için değilde ,işlerin bundan daha kötüye gitmemesi için dua edersin. 
bi çare, bi çıkış yolu ararsın kendine. ama tüm bu aramalar boşunadır. ne sesini duyan biri vardır etrafında, ne de çaresizliğini gören. tek başınasındır bu hayatta. 
aldığın hiçbir karar tatmin etmez, seçtiğin tüm yollar çıkmaz sokaklara götürür seni.
hikayenin bittiğini düşünürsün, sonra nefes aldığını fark edersin. ve aldığın her nefes, seni hayatta tutacak olan bir umuda dönüşür. 
her kaybedişte yeniden başlarsın. daha da güçlenerek başlarsın. ve daha da hızlanarak dibe batarsın. en dibe batarsın. başın döner, gözlerin kararır ve bilincini yitirirsin.sonrası, sonrası sonsuz karanlık.."


BONUS
Ben ingilizce biliyorum o yüzden ingilizce de acı çekebiliyorum diyenler için veriyorum bunu. Ben bu şarkıda da bi hoş oluyorum çünkü... 

Hepsini dinlemeyi hakettim. Umarım hepsini tek tek dinlediniz. "Ben bu şarkıyı biliyorum yeaaa" diyip geçtiysen dön başa adam gibi dinle. Sana burada bilmediğin şarkıları anlatmıyorum. Biliyosundur tabi. Dinle diye yazıyorum. Siz de varsa, yasaklı şarkı listelerinizi oluşturup bana ulaştırabilirsiniz. Benim listem çok geniştir ancak şu ara aktif dinlediklerimi paylaştım sizlerle.
Not: Fenerbahçe'nin Krajnador mu ne boksa öyle bi takımla maçı vardı. Yazıya başladığımda gol yemiştik, şimdi gol attık. Ne yediğimize üzüldüm ne de attığımıza sevindim. Keşke fanatik birisi olsaydım. Şu an herşeyi unutup bu 90 dakika tek derdim futbol olabilirdi...


Neyse, çıkayım da biraz yürüyeyim... 

19 Şubat 2017 Pazar

Kış

Kış mevsiminden nefret ederim. Soğuk ve karanlık günlerden... Güneş bulutların ardına saklanır, sıcaklığını ulaştıramaz ve bizler üşürüz, karanlıkta kalırız... Yağmur hoştur. Gözyaşlarını gizler ama kış mevsimini hiç sevmem yine de...

Tüm bu düşüncelerime rağmen bu yıl biraz sevebildim kış mevsimini... Çok soğuktu, karanlıktı ama sevmeye başlamıştım. Çünkü hiç beklemediğim güzelliklerle gelmişti bu kış bana... O yüzden en sevdiğim kış olucaktı, öyle hissediyordum. Hatta öylesine güzeldi ki günler kış mevsiminde olduğumu bile unutuyordum. Umrumda değildi... Kemiklerime kadar ısındığım bir güneşim olmuştu çünkü ve daha da güzeli sadece bana ait olan ve sadece beni ısıtan bir güneş... O yüzden kış gibi değildi hiç...

Avuç içlerinizi öpen insanlarınız varsa hayatınızda kış ne kadar üşütebilir ki sizi ? Ellerinizi sımsıkı birbirine kenetleyip, ayrılmamak adına tek bir cebin içine sıkıştırabiliyorsanız ne olur öyle kıştan ? O soğuk havada güneşinizin sesini biraz daha fazla duyabilmek için yolunuzu uzattıkça uzatıyor ve her seferinde mesafe kısa geliyorsa ne varmış öyle kışta ?
Yanağınızı seven bir güneşiniz var ise, gelmez kış size...

Kış henüz bitmedi ama güneşim bulutların ardına, çok uzaklara saklandı artık. Ve unuttuğum o kış çok daha sert bir şekilde geri geldi... Sesim titriyordu konuşurken, gözlerim seyiriyor, dudaklarım çatlıyordu her geçen gün... Kış tüm şiddetiyle geri gelmişti vücuduma.

Yüz ifadem donuktu, mimiklerin kıpırdamıyordu. Tepki veremiyordum bana söylenenlere... Donmuştum. Kanıma kadar, iliklerime kadar buz tutmuştum. 6 aylık bir gece başlamıştı sanki beynimin içinde. Karanlıktı... Etna yanardağını saniyeler içinde dondurabilirdi bu soğukluk. Dünyanın en büyük volkanları, buz püskürtüyordu artık ciğerlerimden dışarı. Yangındı aslında, içimi yakıyordu ancak üşüten bir yangındı bu. Yandıkça daha da üşüdüğün. Yaktıkça daha da sövdüğün...

Güneşim öyle bir ısıtmıştı ki beni; terledim. Şimdi üşüyorum. Hasta oluyorum. Üşütüyorum. Ve geleneksel yöntemlerime direnç gösteriyor artık bu hastalık. Kolay geçmiyor. Cenin pozisyonunda titreyerek bekliyorum baharın gelmesini...


18 Şubat 2017 Cumartesi

İstemek ?



Bir şeyi çok istemek yetmiyor moruk... "Çok istersen olur" bazen yanlış bir düşünce... Çok istiyorum ama olmuyor amk. Neye göre genellediniz bunu ? Belki de çok istediğim için olmuyor...

Çok ağrıma gidiyor lan. Amk erkenden uykumun gelmesi sorundu bizim için... Şimdi bir selam vermek bile o kadar zor ki... Bu ilk defa gelmiyor başıma ve bu siktiğimin tespitlerini ilk defa yapmıyorum maalesef...

Olmuyor işte lan. Deli gibi istiyorum ama olmuyor, bundan önce de olmadı... Olmıycak da sanırım. Ya da istediğim gibi olmıycaktı. Sanki tek bir kurşunum kalmıştı da onu da kafama sıkmış gibi oldum ama ölmedim de geçmişini sikiyim. Felç geçirdim, hasta oldum, yatalak kaldım... Her şeyi duydum, hissettim ama sesimi çıkaramadım...

Hiç felç geçirmiş bir akrabanız oldu mu ? Ona baktınız mı hiç ? Her şeyi duyar, görür, hisseder ama tek bir kelime edemez... Çok zoruna gider belki altını temizlemeniz... Çok utanır, siz daha çok utanırsınız ama hiç bir şey yapamaz... Onun hissettikleri yanında benim bu düşüncelerim ne ki ?

Duyar kasmıcam. Kasarım ama kasmıcam...

Şu an kesin emin oldum ki; içmesem baş edebiliyor gibiyim bu durumla. İçince kontrolden çıkmaya başlıyor bazı şeyler... İçtikçe daha çok özlüyorum. Her şey daha da netleşiyo kafamda... Her şeyin ne kadar da güzel olduğu...

"Yağni Olmuyooor"

Sweet November dedim tamam ama sadece November ile sınırlı kalsın diye değil amk. December mecember devam etseydi keşke... Sadece november oldu bizde. Sweet ama sadece november... Kısacık bir rüya idi... Hiç görmediğim kadar güzel ve tadı damağımda kalan mantarlı tavuk sote idi... Hiç özlemez mi insan amk. Özler tabi. Olmadığım birisiymişçesine davranıyormuşum gibi hissediyorum kendimi bazen... İçim parçalanıyor... En büyük derdim bu olsun ama ne eve girmeyi ne işe gitmeyi, ne birisiyle sohbet etmeyi ne de gülümsemeyi istiyorum çoğu zaman... Siktirin gidin lan. Benim acımdan size ne amk. Ne yapabilirsiniz ki ? Elinizden ne gelir hacı. Ben gece tek başıma ağlarken yanımda olabilicek misiniz ? Olamazsınız zira ailem bile o anlarımda yanımda değil... Çünkü bilmiyorlar 30'a merdiven dayamış evlatlarının liseli gibi yastığına kafasını gömüp ağladığını... Çok sikko dertler bunlar. Bunları dert ettiğim için kendime kızıyorum. Benim nefretim sana değil Mona... Kendime... He sana da kızabileceğim şeyler vardır düşünsem hatırlarım ama ben unuturum Mona... Benim hafızamda sadece mutluluk kalır... En azından şimdilik. O yüzden yaşadığım bu sikko dönemler bile siktir olur gider zamanla ama o mutluluğu hep ararım. Sadece onu hatırlarım.

Ne hakkında yazmak istiyorum, neyi anlatmaya çalışıyorum bilmiyorum. Sikimde de değil. Buraya not ediyorum şu an hissettiklerimi ve zaman geçtikten sonra kendime daha çok kızayım diye.. Kızmak da değil acımak belki.

Benim "tam" olmam lazım. Ben bunu çok istiyorum... Çok istemek yetmiyor bana belki de zarar veriyor... Kesin zarar veriyor. Çok istediğim için kontrolümü kaybediyorum. Elim ayağım birbirine dolaşıyor ve olduğumdan çok daha başka bir insanmışım gibi davarnıyorum. Bu da paradoks amk. Olduğumdan daha başka bir insan gibi davranmak ne amk. Ben buyum aslında, ancak seni kaybetme korkum olmasaydı; seni kaybtmezdim Mona. Bu çok acı işte... Bu gece de seni çok özledim. Elim gitmiyor eski fotoğraflara artık. Kontrolü kaybedip iyice ortalığın anasını sikmiyim diye tutabiliyorum hala kendimi. Ancak alkol eşiğimi kaçırırsam bilmiyorum ne olur, o yüzden alkole de ara vermem gerek. Nasıl olacak bilmiyorum. Aslında şöyle bir kaç ay komaya girsem de hiç bir şey düşünmesem... Sadece uyusam... Gerçi uyanınca aklıma yine sen gelirsin Mona... Bizim bi arkadaşım ile unutma testimiz vardır... Uynaır uyanmaz aklına gelmediği gün unutmuşsundur diye... İşte bu yüzden bu günlerde uyumak bir dert uyanmak bambaşka bir dert... Her sabah bok gibi uyanmak. Derdimi sikiyim ama evet bok gibi uyanıyorum. Senin hayatımda olmadığını ve tüm bu aksiliklerin kötü bir rüyadan ibaret olmadığını, gerçek olduğunu uyanır uyanmaz anlıyorum...


Benden yazmaya devam etmemi istiyodun Mona... Bu değildi tahminimce tam olarak istediğin. Hatta bazı yarım kalan taslaklarımı beraber tamamlayacaktık... Sen kitap okurken ben oyun oynayacaktım, sesten rahatsız olup bana kızacaktın... Sonra sikko bi film izlerken uyuyakalacaktık... Hepsini ıskaladık şu an. Hala kabullenemiyorum. Kabullendim de hazmedemiyorum diyeyim. Yazmaya devam ediyorum işte Mona ama tam olarak istediğin bu muydu emin değilim.

İnsan sevdiğine kızar Mona, o yüzden çok kızgınım da sana. Çünkü çok seviyorum...Çok özlüyorum bu yüzden çok sinirliyim genelde... Kendime, sana, bunlara sebep olan herkese, kendime, bize...

O soğuk gecede ellerim donarken yolumu kaybetmemek için telefonu kulağıma sımsıkı yapıştırdığım ve tariflerine uyduğum, yabancısı olduğum sokaklarda yürüdüğüm gece geliyor hep gözümün önüne... Neyi düşlerken neyi yaşadık... Çok üzgünüm Mona, her şey için... Çok özlüyorum çünkü.

15 Şubat 2017 Çarşamba

askjndasdjasd

Sevgililer gününün amına koyim. Ben seni çok özledim. Evet belki de kıskandım etrafımdakileri... Bizim hakettiğimizi düşündüğümüzü onlar yaşıyor diye. Kıskandım amk evet kıskandım. Dalga geçtiğim adamlar benden daha mutlu şu anda. En büyük derdim bu olsun soru değil ama şu an bok gibiyim moruk. Çok alakasız belki ama Apple çok sinir etti beni. 6s modeline live photo yani canlı fotoğraf özelliği getirmişlerdi. Seninle fotolarımız zaten bir elin parmaklarını geçmez ama hepsi canlı foto idi. O anları tekrar canlı canlı yaşadım. Şimdi ikimizin de başka dertleri var artık biliyorum. Senin kafanda bambaşka dertler, benim kafamda ise neredeyse tamamen sen. Yani dünyanın su ve kara oranını baz alırsak, okyanuslar sen, kara parçaları diğerleri... Çok özledim lan. Gamsız gamsız görünüyorum etrafıma. İstiyorum ki kimse benimle tekrar üzülmesin... Bana merhamet ettiği için benimle ilgileniyormuş gibi yapmasın. Ancak çok özlüyorum. Burnum sızlıyor. Böyle midem bulanıyor. Özlemekten midesi bulanıyor insanın bu gerçek. Böyle tam göğüs kafesine değil de biraz altına gibi, bi gam yerleşiyor. Oraya bir şey oturuyor amk. Kalkmıyor ordan. Bulandırıyor içini. Bizim her günümüz bu kolpaların bu gece yaşadıkları gibiydi. Bizim her anımız çok özeldi... Amına koyim çok beklemiştim bunu ve allah beni kahretsin-ki kahroluyorum şuan- bunların hepsini mahvetmemizde çok önemli roller oynadım. En büyük derdim cidden bunlar olsun. Bunlarla başedebiliyorum. Şımarıklık yapmak istemiyorum ama şu an tek derdim sensin Mona... Saçmalıyorum. Ne oturabiliyorum, ne kalkabiliyorum.... Bu akşam çok daraldım, yürüyüşe çıkmak istedim. Sağlıklı yaşayacağım ya amk... Asansörü değil de merdivenleri kullanayım dedim... Bu arada yolda seni düşünerek dinleyeceğim şarkıları seçiyordum ki... 2. kata geldiğimde komşunun botuna basmamla birlikte sol bileğimi burktum... Aksiliklerin ardı arkası kesilmiyor. Bu arada biliyorum senin gerçekten daha büyük dertlerin var sanırım şu an. O yüzden bunlar ne ki... Ama keşke yanyana olabilseydik de tüm bunlara karşı birbirimizi destekleyebilseydik... Bok ettik. Ağzımıza sıçayım. Tam dularım kabul olmuştu.... Daha iyisi olamazdı amk... Bir insan bu kadar beklediği bir şeyi nasıl bu kadar kısa sürede bok edebilir. Hiç mi aklım yoktu lan... Yazık amk yazık. Nasıl harcadım/harcadık böylesine güzel bir şeyi...

Ne kadar gamsız, umursamaz gibi görünüyor olsam da... Seni çok özledim Mona... Ekmek çarpsın çok özledim. Ve seni o kadar seviyorum ki bunları sana söylememek için direniyorum bazı gecelerde... Yeter ki sen iyi ol lan. Ağzıma sıçıyım ben haketmiyom çünkü...

12 Şubat 2017 Pazar

Kendimi Kaybettim

Evet kendimi kaybettim Mona... Yaptıklarımın mantıklı bi açıklaması olmıcak belki de hiç bir zaman.

Gül yüzünün gülmemeye başladığı günden bu yana; yaptıklarımın mantıklı bi açıklaması olamıcak... Çünkü kendimi kaybettim...

Bu akşam da sarhoşum Mona. Bundan önceki akşamlar gibi... Ve sen gerçekten gideli 1 hafta oldu ya da olmadı bilmiyorum, bana sorarsan bir kaç ay geçmiş gibi...

Seni o kadar çok bekledim ki Mona... Bu yüzdendi seni bu kadar sahiplenişim, kabullenişim... Sen ben gibiydin çünkü. Biz çok sevimliydik. Sinir edicek cinsten. Nasıl bir nazarsa artk aynı hızla dibe düştüm. Senin gelişinle birlikte ben de kendimi kaybettim Mona. Benim neyime ulan bu kadar mutlu olmak. Olabilseydim bundan önce de olurdum. O yüzden kendimi kaybettim yine.

Kaybettim kendimi Mona, çünkü ben çok inandım buna. İnandırıldım. Beni sakın suçlama... Sen yaptın bunları bana. O yüzden sen de kendini kaybettin.

Diş kliniğinde çalışan arkadaşımı ziyarete gittim, aramızda olanları anlattım. Üzüldü, üzüldüm... Onun yanında ayrılırken ayaklarıma geçirdiğim galoşları çıkarmayı unutmuşum. Çarşıda hışır hışır galoşlarla gezdim Mona...

Sensiz sabahlara uyanmak bok gibiydi Mona... İşe gitmek için uyandım. Traş olurken, traş köpüğü yerine yüzüme diş fırçasını sürdüm... Traş köpüğünü ağzıma sıkmadığım için sevindim.


Kuru temizlemeden aldığım pantolonumu yerlerde sürüklüyormuşum... Seni düşünerek dinlediğim şarkılara o kadar kaptırmışım kendimi ki; bir teyzecik arkamdan avazı çıktığı kadar bağırmak zorunda kaldı bu durumu bana haber verebilmek için...

Bütün gün bankada çalışıp para çekmeyi unuttum yine... Para çekmeye bankamatiğe gittiğimde ise parayı almadan bankamtikten ayrılmışım Mona...

Kendimi kaybettim Mona... Bu akşam seninle oturduğumuz Lokal masalarında başka birisiyle oturdum... Telefonum çaldı bi ara, konuşurken istemsizce ellerini tutmak geldi içimden karşımdakinin sanki senmişçesine... Senle oturur gibi başkasıyla oturdum Mona ama seni istedim hep.

Artık haber alamıyorum senden, neredesin, kiminlesin v.s ... Terliklerimle gelesim geliyor bazen kapına... ya da sen gelsen ben gelmeden sana... Bu şekilde uzaklaşacak son çifttik lan biz. Yakışmadı bize Mona. Ya da en başından yanlıştı her şey... Dertsiz başımıza dert...

Nasıl değerlendirirsen değerlendir Mona... Seni çok özledim ve bu şekilde baş edemiyorum günlerim ile... Bok gibi uyanıp dünyanın en değersiz adamı gibi hissediyorum kendimi. Kendimi kaybediyorum ve boşluğunu yara bantları ile kapatmaya çalışıyorum. Bu gece de öyle yaptım. Birlikte oturduğumuz masalara başkasıyla oturdum.

Kendimi kaybettim, kendimizi kaybettik Mona. Bizi affetmek çok zor artık. Kendine dikkat et ne olur zira ben alkol ile bitiriyorum organlarımı her gece. Ve böyle zamanlarda en büyük kötülüğü uykudan uyanarak yapıyorum kendime. Uyanır uyanmaz aklıma gelmediğin güb, seni unutmuş olucam. Bu süre boyunca görüştüğüm, dokunduğum, konuştuğum herkes devasa boşluğunu doldurabilmek adına acizce bulduğum çözümlerden ibaret olucak.

Kendine dikkat et Mona, seni çok özledim.

6 Şubat 2017 Pazartesi

Çarpıldım

Çok kısa olucak....


Bu gece neden böyle lanetlendiğimi buldum... Çarpıldım bence ben. Neden mi ?

Tamam alkoliğin tekiyim ama rahmetli dedem bana yeterli din kültürünü verdi, allah ondan bin kere razı olsun...

Bu gece, aylar sonra ilk defa bir cami bahçesine girdim ve sebebi-çok acı- çok bira içtiğim için sıkışmış olmamdı...

İbadet için günde en az 5 kere gitmem emredilen yere ben alkolik olduğum ve çişimi tutamayacak duruma geldiğim için girmiştim... Bunlardan daha acı olan ise o an kulaklığımda Hozier- Take Me The Church şarkısı çalıyordu...

Çarpıldım ben hacı, kesin çarpıldım... O yüzden yolunda gitmiyor hiç bir şeyim.

Allah affetsini, iyi geceler.

5 Şubat 2017 Pazar

Mona Roza

Bu bir şiir ismi aslında ancak benim için daha farklı çağrışımları var artık. Roza' yı biliyosunuz. Bir kaç yıl önce onunla ilgili yazılar yazıştım. Şimdi de benzerlerini Mona için yazıcam. Tospik, Narin v.s derken adını Mona koydum bırak hep öyle kalsın.


Roza ile ayrılık sürecimiz yine tam bu mevsime denk gelmişti. Aralık ayı içerisinde bozulmalar, devamında tartışmalar, sonrasında domino etkisi ile gelen ayrılık... Tamı tamına aynı dönem amk. Ve daha da boktan olanı, günlük hayatım da aynı böyle bir dönemdeydi... O zamanlar iş ile ilgili yeni bir pozisyon değişikliği yaşamıştım. Artık Anakasa görevlisi olmuştum. Şubenin bütün parası bendeydi, zalım bir sorumluluk altına giriyordum, bir kaç milyoncuk olurdu her gün elimin altında... Tam Roza'nın gidişini kabullenmeye çalışırken bu işin stresi sarmıştı beni. Bunların haricinde de yine ısrarla devam ettiğim tiyatro vardı ve yine oyunumuz sahnelenmek üzereydi... Onun da stresi vardı üstümde. Dev oyunculuk yazımı da o zamanlar yazmıştım ve bu hafta sonu o dev oyunculuğun alasını yaptım. Bu yüzden bütün Oscarları bana verin. 

Mona ile aralık ayında sorunlar yaşamaya başladık. Bende kesin bi bokluk var, hemen hemen aynı sorunlar... Süreç yine aynı ama Mona'da daha istekliyim, daha dayanıklıyım, biraz daha sabırlıyım... Tabi yine yetmedi. Mona ile de ayrılık kararı aldık. Tam bu sıkıntılı dönemde bankada yine bir pozisyon değişikliği yaşadım. Artık sorumluluğum biraz daha artırıldı ve bireysel serviste yakaladığım başarıları, ticari serviste değerlendirmeyi istedi büyük patron. Artık patronların müşteri temsilcisi olucaktım. Vereceğim krediler yüzbinler ile ölçülecekti ve hiç bir şey bilmediğim bir servisti... Mona' ya üzülmekten zerre sikime takmadım bu değişikliği... Yarın tek başıma görevime başlayacağım ancak umrumda değil... Mona olsaydı eğer bugün hayatımda, muhtemelen bu gece onun kafasını şişiricektim "ben napıcam" diye diye... O da gazlayacaktı beni, aslandım kaplandım çünkü ben... Sonra bu hafta sonu oyunumuz vardı ve inanın hayatımın en büyük oyunculuğunu sergiledim. Ciddi anlamda çok muazzam beğenildim... Öyle böyle değil... Bu benim ilk başrolümdü ve bunun da stresi vardı. Mona' ya üzülmekten zerre sikimde değildi yine bu da... ve bunun umursamazlığıyla inanılmaz rahattım sahnede... Mona'yı kaybetmişim, ezberimi unutsam ne olur ki amk... Mona beni sahnede hiç göremedi... O akşam arkadaşları ile dışarıda olmayı tercih etti. Oysa ki ben ilk başlarda oyun ona sürpriz olsun diye çalışmalarıma hiç götürmemiştim onu... Keşke götürseydim. Bu yanımı hiç bir zaman bilemeyecek benim, bilsin istiyordum... Roza da Mona da aynı dönemde, aynı stresler ile ve hemen hemen aynı sorunlar yüzünden çıkıp gittiler yine sikko hayatımdan... Mona bu dönemde yanımda olsaydı, paylaşacağımız çok değerli anlarımız olacaktı, bir sürü yeni etkinliğimiz,ortamımız olucaktı ancak yine olmadı... Olmuyor amk... Sebeplerini sonuçlarını apayrı bir yazıda yazıcam ancak tahmin ettiğiniz üzere hayalkırıklığım gittikçe büyüyor ve Mona benim son kumarımdı... Varımı yoğumu yatırdığım bir Flush idi... Ancak rakibin elinde bu kez Full House var. Bana Flush Royal lazım... Her şeyimi kaybettim. Yatırdığım bütün duygularımı, hayallerimi, sevinçlerimi, mutluluklarımı, kaybettim... En büyük derdim bu olsun. İlk kez gelmiyor başıma ama artık sıkıldım. Bir anda bu kadar yükselip, birden bu kadar çakıldığım da hiç olmamıştı. Çok uçlara gittim, dağıldım. Dün oyun öncesi saçımı kuruluyordum banyoda, yüzüme bakıyordum aynada aynı zamanda. Birden kendimle göz göze geldim ve ağlamaya başladım. Patladım bir anda. Oyundan 16 saat önce Mona ile ayrıldık ve sahneye çıktım. Nağadar da gamsızım sanki. Öylesine götüm kaldırılıyor ki.... Profesyonelmiymişim, ne biçim kendimi geliştirmişim, bu neymiş böyle, insanları ne biçim ağlatmışım.... İnsanlar da beni tevazu manyağı bellediler. Çünkü Mona' yı düşünmekten hiç birine tepki veremeiyordum. Hafif bir tebessüm sadece... Ah ulan Rıza dercesine Ah ulan Mona diyordum içimden. Çok sevmiştik lan biz seni... Hayır üzüldüğüm esas noktalardan birisi de şu: Sorunu yaşamaya başladığımızda ben yine kaybetme korkusuyla kontrolü kaybetmeye başladım. Stres altına girdim. Aynı şekilde Mona' da girdi strese... Stress altında yanlış çözümler denedik, ya da çözüme bile gerek yoktu stress altında olmasaydık... Ancak stress altında bir birimizi hiç anlayamadık ve sandık ki biz birbirimizi tüm hayatımız boyunca hiç anlamayacağız, anlamıyoruz... Öyle değildi işte be Mona... Bu ölü toprağını atmayı beceremedik... Belki de ikimiz de çok debelendiğimiz için daha dibe gittik... Bilmiyorum ancak En büyük hayalkırıklığım ile bu harflere basıyorum... Zaman geçtikçe daha çok yazacağım zira başka türlü rahatlayamıyorum. Rahatlamak da değil belki, en azından içimdekileri bir yerlere not ediyorum. Boşaltıyorum. 

Bugün, gidişinin resmi olarak ilk günüydü Mona ve ben seni dün gece rüyamda gördüm...

Mona ve Roza...

...Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler

28 Ocak 2017 Cumartesi

Baklava

Narin ve Haşin çok acıkmışlar... O kadar acıkmışlar ki; bunu ancak sofraya oturduklarında farketmişler. O kadar acıkmışlar ki; yemeklerin lezzetini unutmuşlar... Ve önlerine harika bir sofra kurulmuş. Her şeyiyle mükemmel bir sofra. Bu sofra, tüm bu yemekler sizin demişler... İstediğiniz gibi doyurun karnınızı çünkü siz çok acıktınız biliyoruz. Tüm bu yemekleri de hakettiniz...

Kocaman bir tepsi de baklava varmış. En güzelinden, en anteplisinden. Yemekten ziyade tatlıyı özlemiş onlar daha çok. O yüzden baklavaya gömülmüşler. O ilk lokma, öylesine lezzetli gelmiş ki onlara... Kendilerini kaybetmişler. Bütün bütün yutmaya başlamışlar baklavaları... Halbuki bütün hepsi onların ve hepsini şimdi yemek zorunda değiller... Ancak o kadar uzak kalmışlar ki yemeklere ve baklavaya... Bunu farketmemişler bile... Çiğnemeden yutmuşlar baklavaları. Zamanla baklavadan aldıkları marjinal fayda negatife dönmeye başlamış... Doymaya başladıklarında yavaşlamışlar. Sakinleşmişler. Sonra Narin' in midesi ağrımaya, rahatsız etmeye başlamış. Haşin biraz daha midesizmiş. Ona çok bir şey olmamış. Olmuş ama arkadaşı Narin kadar sancılı değilmiş, olanı da belli etmemiş. O yarım saat önce keyifle, müthiş bir zevkle yedikleri baklava, birden hasta etmiş onları. Şuursuzca yemişler çünkü. Görmedikler gibi... Aslında hepsi ve diğer tüm yemekler onlarındı. Yavaş yavaş; günlerce, haftalarca istedikleri kadar yiyebilirlerdi. Kimse buna karşı değildi. Ancak midelerine söz geçiremediler o an. Ve hasta oldular... Şimdi Narin' in canı bırakın baklava yemeyi, görmeyi... Adını bile duymak istemiyor... O kadar tiksindi baklavadan... Hala midesi rahatsız çünkü. Haşin, hastalığına çare olsun diye, soda,su ikram ettiyse de bir işe yaramamış. Niye bu kadar aç gözlüyüz biz diye Haşin' e de kızmaya başlamış zamanla. Baklava midelerini bozduğu gibi aralarını da bozmaya başlamış. Haşin "çok açtık ve hepsinin bizim olduğunu görünce dayanamadık. O kadar aç olmasaydık, o kadar uzun süre aç kalmasaydık tüm bunları yaşamazdık. Ancak artık bu yemekler bizim olduğuna göre midemiz rahaladıktan sonra yine yavaş yavaş hepsinden yiyebiliriz. Çünkü bunların hepsi bizim için ve tadını çıkaralım. Baklava çok hasta etti seni biliyorum ama zamanla iyileşicek miden" demiş. Demiş ama Narin' i bir türlü ikna edememiş. Narin hala baklavayı neden bu kadar fazla kaçırdığı için kendine kızıyor, böyle yapmaması gerektiğini söyleyen Haşin' i de tersliyordu. Haşin biliyordu aslında Narin' in yaşadığını... Çünkü o da yemeklerde bazen çok kaçırıp midesini rahatsız etmiş zamanında. Zamanla bunun iyileştiğini görmüş. Narin' e bunu anlatmak istemiş hep ancak sabırsızmış biraz bizim Haşin. Hemen geçsin hemen iyileşsin istiyormuş Narin' in midesi... Hemen iyileşsin ki yemekler bayatlamadan yemeğe devam etsin istiyormuş. Narin olmadan da yemeği asla düşünmemiş, düşünememiş. Çünkü bu yemekler Narin ile yendiğinde çok güzelmiş. Narin' i yemeklerden daha çok sevmiş... Bir süre sonra bu iki arkadaş yemekleri unutup birbirleri ile uğraşmaya, birbirlerine kızmaya başlamışlar. İkisi de birbirini anlamamaktan şikayet eder olmuş. Heyecanla oturdukları sofradan, bir hışımla kalkıp uzağa oturmuşlar. Haşin vazgeçmiş, kabul etmiş. Narin' in iyileşmesini beklemeye karar vermiş. Ancak arasıra da Narin' e nasıl olduğunu sormak istemiş. Her sorduğunda da olay daha kötüye gitmiş. Haşin, hastalanan Narinini dizine yatırıp orada dinlenmesini istemiş. Narin çok öfkelenmiş o bunları sordukça... Haşin de sormadan edemiyormuş, kendisine o da kızıyormuş ama Narin' i tek başına bırakmış gibi olmamak için başında sabahlamaya razıymış... Bir noktadan sonra zaten Haşin' i görünce Narin' in aklına baklavadan başka bir şey gelmez olmuş... Hala tiksindiği o baklava... Hala sindirip vücudundan atamadığı ve inanılmaz ağrılara ve sancılara sebebp olan baklava...

Haşin sabretmeye kararlıymış, Narin' in ağrıdan, sancıdan bunları söylediğinin farkındaymış. Her ne kadar içten içe haksızlığa uğradığını düşünse de kıyamıyormuş Narinine... Bu kararı verirken de çok üzülmüş, ancak Narinin rahatsızlığı yemek yedikleri süreden daha uzun sürmüş artık. Sessizce beklemeye karar vermiş. Narin iyileşip de, hadi çorba içelim diyesiye kadar susmayı denemeye karar vermiş... Vermiş ama Haşin bu... Nasıl durucak, nasıl dayanıcak hasta olduğunu bildiği Narin' inden haber almadan... Gece gündüz bunu düşünmeye başlamış... O kadar kıtlıktan sonra bu aç gözlülüğüne o da kızmış. Anlayışla karşılamış ancak çok kızmış. Keşke bu kadar aç kalmasaymışız da tüm bu yemekleri doya doya yeseydik demiş kendi kendine hep gecelerce... Sofradan karnını doyuramadan kalkmanın acısı ve Narin' in hasta olmasının kederi yemiş bitirmiş onu... Haşin çok beklemişti çünkü bu yemekleri. Narin gibi... Tekrar böyle bir sofranın kurulmasının ne kadar zor olduğunu da bildiğinden sofranın başından ayrılmak istemiyormuş. Narin iyileşince yine bizim olur bunlar diyormuş...
Bekliyormuş Haşin... Narinini Bekliyormuş... Hep bekliyormuş gariban Haşin... Ezanı bekleyen oruçlular gibi sofranın başında sessizce...

21 Ocak 2017 Cumartesi

Bu Kez Farklı...

Her seferinde sonuca daha çok yaklaşıyorum aslında... Yani bi hayalkırıklığı sürekli mevcut ama her seferinde tam olmaya, tam olmayı hayal etmeye daha çok yaklaşıyorum. Bu aralar da yine öyle şeyler oldu... Artık belki de yaş gereği ilişkilerim hep ciddi boyuttaydı. Az önce de bi yazı yazıyodum "dinlemeyi hakettiğim şarkılar" diye ama yenileri eklenir diye taslak olarak kaydettim. Belki sonra tamamlarım. Bu kez de çok yaklaşmıştım, artık günümüzü değil geleceğimizi konuşuyorduk tospiğimle. Hatta çok havalara girmiştik, sarhoş gibiydik... Beklediğimiz, istediğimiz bu idi... Fakat çok gaza geldik... Daha önce sıkıntılı süreçlerde bitmesini hemen göze alabilen ve ardından pişman olan ben, bu kez hemen göze alamıyordum... Çünkü bu kez farklıydı... Hemen göze alamaz, hemen silemezdim. Gerçi yaş gereği değil lan, benim 8-10 sene önceki ilişkim de hep ciddi boyuttaydı. Ben memur adamım amk, düz adamım ben. Ben akşam işten eve gelir "hanım ne yemek var" diye sorarken aynı anda pijamalarını giyecek olan adamım. Buyum ben. Sakin adamım.

Geçen akşam sıkıntılı bir diyalog içerisindeyim yine... "ben mutsuzum, mutlu olamıyorum" diyen tospiğime "bi kere sarılsam geçer mi?" diye soruyorum. böyle de çocuk kafalıyım ben. Her şeyin farkında olmak, bunu daha önce defalarca yaşamak ve her seferinde hiç bir şeyi değiştirememek... Amına koyim böyle işin bacım afedersin. Tamam çocuk kafalıyım elbet ama her şeyin de farkındayım. Kesin bende de bi bokluk var. Yoksa neden her seferinde aynısı olsun... Çözemiyorum artık, çözemiyoruz ve gerçekten profesyonel yardım almaya ikna ettim kendimi. Yetmiyorum, bir şeyleri çıkmaza sokuyorum ve devamında yetmiyorum. Gerçi bu çıkmaza sokma işi de karmaşık bayağı... Ben aynayım amk. Karşıdan almadığım bir şeyi yapmadım. Ancak karşı tarafı tam bilemediğimden, yani karşı tarafın da kendisine ben kadar güvendiğini düşündüğümden yaptığım, sürdürdüğüm yanlışlarım olmuştur. Ancak bunun ceremesini her seferinde yaşamak zorunda kalmak... Süper mutlu iken birden dibe çakılmak... Amına koyim böyle işin. Amına koyim çünkü ben bir şekilde mutlu olmayı beceriyorum, yeterki tospiğim mutlu olsun. O mutlu olmadığı için amına koyim böyle işin.


Bu sefer farklıydı hacı abi, vallahi farklıydı... Hala da farklı aslında. Kurban olduğum hala "çabalıyorum" diyor bana... Bu bile diğerlerinden farklı, ancak aynı son'a gidiyorsak ne önemi kalır ki... Bu yüzden fevri davranmamaya gayret ediyorum artık... Şimdiye çoktaaaaan bunaltmış, kendi sonumu hazırlamıştım. Belki yine aynısı olmuştur ama biraz daha farklı hissediyorum. En azından ben de öncekilerden farklı bir şekilde direniyorum.

Çok özlüyorum lan, anasıı satıyım ki çok özlüyorum. Çok çabuk alışıyorum ve devamında burnum sızlıyor özlerken. Zaman takıntılıyım, takvimi açıp, şu tarihlere geri dönsem keşke, ne kadar da mutluyduk diyorum. "Mutluydum" değil "mutluyduk"...


Kardeşim aradı, rakı içtiğimi söyledim. Bira geriticek cila yapıcam. Sözün özü, hayatıma devam etmek zorundayım, ancak sürekli birilerini özleyerek geçirdiğim bazı özel akşamlarım artık sadece sana özel olucak bundan sonra tospiğim... Sen benim son zaferim, son gülüşüm, son sevincimsin artık. Sen artık öz'ümsün. Hasretimin, özleyişimin, nefretimin, öfkemin, heyecanımın, hayalkırıklığımın,aşkımın özü...


Biraz sessiz yani,fazla sessiz burası
ve sanki fırtına kopacakmış da
öncesi gibi sessiz yani..
Ben değiştim biliyorum
Sanki başka bir adammışım gibi geliyor bana bazen
Ama beni böyle de sev istiyorum
Biraz bencilce biliyorum
ama napayım
Ben hala seni çok seviyorum
Bozulan şeyleri böyle düzeltmek değil de
Herşeye yeniden başlamak istiyorum
Yine o aynı heyecanı
Ne yapacağını bilmeme telaşını istiyorum
Ben hala senin gözlerine bakarken konuşamıyorum
Bir sürü şey söylemek geliyor içimden
Ondan sonra hepsini birbirine karıştırıyorum
İşte bu yüzden sürekli saçmalıyorum
Sensiz öyle dağıldım ki toparlayamıyorum
Bu fırtına kopmuş da
Alabora olmuş gibiyim
Çok konuştum kusura bakma, ben
Sadece şunu söylemek istiyorum
Seni almaya geliyorum
Nasıl özlediğimi anlatamam
Başka türlü.

14 Ocak 2017 Cumartesi

Terapi Grupları





Fight Club' ı anlatmaya gerek yok. Okuyanların da izlediğini varsayarak yazıma başlıyorum. Jack uykusuzluğuna, mutsuzluğuna çare arayan bir beyaz yakalı... Doktora gidip özellikle antidepresan isteyen, büyün evini özel ikea koleksiyonları ile döşemiş olmasına rağmen bir türlü mutlu olmayan, uyuyamayan bir arkadaşımızdır. Doktorundan antidepresan izni alamayan kahramanımız yeni bir heyecan keşfeder; terapi grupları... Hayatları alt-üst olmuş, ölümcül hastalıklarla boğuşan, tüm beklentilerini ve umutlarını yitirmiş ancak kendisi gibi insanlarla bir araya gelince en azından yalnız hissetmeyip daha güçlü olduklarını ve ölümü kabullenebilen insanlara takılmaya başlar. Ölümcül bir kanseri ya da hastalığı yoktur, ancak o insanların acılarını izleyip kendi acılarını unutmayı başarabilmiştir. Bebekler gibi uyumaya başlar o saatten sonra... Daha sonra Marla gelir ancak Marla benim vereceğim örneklerin dışında kalacağından ondan hiç bahsetmeyeceğim. Jack sağlıklıdır, iyi bir işe, iyi bir eve sahiptir. Ama mutlu değildir. Ona terapi gruplarını örnek gösteren doktora "acı çekiyorum,farkında değil misin?" tarzı bir şeyler söylemiş, doktoru da ona esas acının bu gruplarda olduğunu söylemiştir. Bu acıları gören Jack bir anda acılarını unutmuştur falan filan... Bu fikir ile çelişen paylaşımlar yaptığımı hatırlıyorum sosyal ağlarda ancak genel olarak mantıklı geldi bana da... Bir dönem benzerini yaptım ben de... Kütahya' da geçirdiğim karanlık zamanlarda... Gazetelerdeki 3. sayfa haberlerinden veyahut ana haber bültenlerinde yer alan ölüm haberlerinden yola çıkarak, bu insanların sosyal hesaplarına erişmeye çalıştım. Her seferinde başarılı olamıyordum ama genelde bulabiliyordum hesaplarını... O insanların facebook hesaplarına arkadaşlarından gönderilen mesajlarını, fotoğraflarına yapılan yorumlarını okuyordum. Onu seven insanların ne kadar acı çektiğini gözlerim ile görüp, kendi sikko dertlerimin aslında dert olmadığını iyice idrak ediyordum. Evet yaptım bunu. Hayatını özellikle vakitsiz kaybetmiş genç insanların facebook hesaplarını izliyordum. Allah hepsine rahmet eylesin. Kimisinin kardeşi, kimisinin eşi, kimisinin sevgilisi neler yazmış neler. Utandım onları görünce dertlerimden. Bu mecra da bana terapi grubu olmuştu uzunca bir zaman. Bu akşam yakın çevremden bir örneğine rastladığım için bu yazıyı yazmak aklıma geldi.


Ertelemek diye bir yazı yazmıştım bir kaç yıl önce. Orada bir arkadaşımdan bashetmiştim. Bugün 1. ölüm yıl dönümü... O hayatını kaybettiğinde ben askerdim, çok geç öğrendim vefatını. Bugün de facebook' da dolanırken profiline yazılan yazıları gördüm. Çok başka bir acı... Bu acıyı her gün binlerce insan yaşıyor dünyada biliyorum ama tanıdığın, bildiğin, bir süre birlikte vakit geçirdiğin insanların başına geldiğinde daha farklı hissettiriyor. Hani biz hep sanıyoruz ki bizim tanımadığımız insanların başına gelir böyle şeyler... Bize bir şey olmaz... Oluyor işte amk. Bu kardeşim yumuşak doku kanseri teşhisiyle tedaviye başlamıştı. Sanırım sol kolu ağrıyordu hep. Halısahaya gittiğimizde sıra ile kaleye geçerdik, kolunu bahane edip geçmek istemezdi, ulan ne kolpacı birisiydi bu... Değilmiş amk değilmiş. Çok sonra farkettik biz de bunu ve utandık ev arkadaşlarım ile kendimizden... Hayalleri, sevgilisi, sevdikleri vardı... Yükseklisansa başladı, bitiremedi... Sevgilisi ile daha yakınlaştılar, ömrü sevmeye yetmedi... İşe girdi para kazanmak için, harcayamadı... Hepsini en başından beri biliyordu ama hiç bırakmadı kendini, sarıldı hep bir şeylere... Ders verdi hepimize... Ortamda pek ağırlığı olmayan, espri kıtlı çektiğimizde üstünden şakalar yaptığımız, lanet olası kibirimizde boğulup yeri geldiğinde küçümsediğimiz bu adam bize gider ayak inanılmaz bir ders vermişti. Helal olsun sana kardeşim.

Son Final Haftamızı bir arada geçirmiştik. Ders çalışmak haricinde bir sürü şey yapmıştık ve onlardan bir tanesi de hazırladığımızı bu eğlencelik video idi.




Sadece bu yazı için videounun gizliliğini herkese açık olarak ayarladım. Bir süre sonra gizlerim yine...

Bu gece bir kez daha dertlerimden utandım. Evet derdim var, hem de aşırı mutsuz eden türlerinden... Kıyas yapınca dert mert değil de, adına dert demişiz işte. Neyse en büyüğü bu olsun yine. Ertelemeyin moruk, sevdiklerinize sevdiğinizi söyleyin. Yarın nasıl bir haber alacağınızı bilemezsiniz.

Kişisel gelişim bokuna bulaşmak istemiyorum da biraz o tripte benim de düşüncelerim. Tabi bu aydınlık tarafım :) Karanlık tarafımda ise tam tersi, tam bir paranoyak, tam bir karamsar mevcut. 

Sanat Filmi: Kimim Ben isimli yazıda bundan da biraz bahsetmiştim. İki tarafı birbirine karıştırmadığım sürece yine bir denge ve duruş sergileyebiliyorum, ancak bugün karamsar, yarın iyimser takılınca dengesizleşiyo... Hulk oluyom. Geçen gün olmıycam dedim ama bi kaç saatliğine oldum. İyi bok yedim. Haksız mıydım ? Tartışılır, kesin bir karar verilemez ancak oldu.


Neyse; Yusuf kardeşimin mekanı cennet olsun, ailesine arkadaşlarına akrabalarına sabırlar diliyorum. Siz de akıllı olun. Ara sıra ibret alın.

Hadi hayırlı işler. 

8 Ocak 2017 Pazar

Cenevar


Hulk seriisini izlediniz mi ? Çok daha eski versiyonları da çekilmiş ama adamakıllı çekilenlerin ilkinde Edward Norton oynuyordu. Bir bilim kazası geçirmiş ve sürekli sakin olmak zorunda kalan bir bilim insanını oynuyodu yanlış hatırlamıyorsam. Kalp atışları belli bir ritmin üstüne çıkınca; yani sinirlenince, telaşlanınca, heyecanlanınca filan bambaşka bir canavara dönüşüyordu. Hulk diyorlardı adına. Yeşil. O yüzden baş rolümüz sürekli sakin kalmanın yollarını arıyor, insanlardan ve sorunlardan izole bir hayat yaşamaya çalışıyordu. Çünkü biliyordu kontrolü kaybettiğinde neler yapabildiğini... Kontrolünde olmadan her yeri nasıl yıkıp döktüğünü, tamir edilemez hasarlar verdiğini...

Bazen ben de öyle hissediyorum kendimi. Beni genelde sakin olarak tanımlarlar. Düşünürüm, taşınırım, sabrederim, anlamaya gayret eder öyle hareket ederim. Bazen hiç hareket bile etmem çünkü belki de anlayamamışımdır diye düşünürüm. Neme lazım belki Hulk oluveririm. Yıkıp dökmeye gerek yok çünkü ben de zamanında Hulk oldum ve iyi bir şey değil Hulk olmak. O yüzden ben de " bir missisipi, iki missisipi, üç missisipi" diye içimden sayıyorum Umut Sarıkaya karikatürü gibi. Hepsi geçecek, o yüzden Hulk olmamam gerek. Kırıp dökmemem gerek. Her şey çok güzeldi ve yine öyle olucak...

Bir Missisipi, İki Missisipi, Üç Missisipi...


Bazı Rüyalar 3

Önceki 2 "Bazı Rüyalar" yazılarımı okudum az önce. Ne acaip rüyalar imiş onlar da.... Aslında insanın bir rüya günlüğü de olmalı b...