28 Ocak 2017 Cumartesi

Baklava

Narin ve Haşin çok acıkmışlar... O kadar acıkmışlar ki; bunu ancak sofraya oturduklarında farketmişler. O kadar acıkmışlar ki; yemeklerin lezzetini unutmuşlar... Ve önlerine harika bir sofra kurulmuş. Her şeyiyle mükemmel bir sofra. Bu sofra, tüm bu yemekler sizin demişler... İstediğiniz gibi doyurun karnınızı çünkü siz çok acıktınız biliyoruz. Tüm bu yemekleri de hakettiniz...

Kocaman bir tepsi de baklava varmış. En güzelinden, en anteplisinden. Yemekten ziyade tatlıyı özlemiş onlar daha çok. O yüzden baklavaya gömülmüşler. O ilk lokma, öylesine lezzetli gelmiş ki onlara... Kendilerini kaybetmişler. Bütün bütün yutmaya başlamışlar baklavaları... Halbuki bütün hepsi onların ve hepsini şimdi yemek zorunda değiller... Ancak o kadar uzak kalmışlar ki yemeklere ve baklavaya... Bunu farketmemişler bile... Çiğnemeden yutmuşlar baklavaları. Zamanla baklavadan aldıkları marjinal fayda negatife dönmeye başlamış... Doymaya başladıklarında yavaşlamışlar. Sakinleşmişler. Sonra Narin' in midesi ağrımaya, rahatsız etmeye başlamış. Haşin biraz daha midesizmiş. Ona çok bir şey olmamış. Olmuş ama arkadaşı Narin kadar sancılı değilmiş, olanı da belli etmemiş. O yarım saat önce keyifle, müthiş bir zevkle yedikleri baklava, birden hasta etmiş onları. Şuursuzca yemişler çünkü. Görmedikler gibi... Aslında hepsi ve diğer tüm yemekler onlarındı. Yavaş yavaş; günlerce, haftalarca istedikleri kadar yiyebilirlerdi. Kimse buna karşı değildi. Ancak midelerine söz geçiremediler o an. Ve hasta oldular... Şimdi Narin' in canı bırakın baklava yemeyi, görmeyi... Adını bile duymak istemiyor... O kadar tiksindi baklavadan... Hala midesi rahatsız çünkü. Haşin, hastalığına çare olsun diye, soda,su ikram ettiyse de bir işe yaramamış. Niye bu kadar aç gözlüyüz biz diye Haşin' e de kızmaya başlamış zamanla. Baklava midelerini bozduğu gibi aralarını da bozmaya başlamış. Haşin "çok açtık ve hepsinin bizim olduğunu görünce dayanamadık. O kadar aç olmasaydık, o kadar uzun süre aç kalmasaydık tüm bunları yaşamazdık. Ancak artık bu yemekler bizim olduğuna göre midemiz rahaladıktan sonra yine yavaş yavaş hepsinden yiyebiliriz. Çünkü bunların hepsi bizim için ve tadını çıkaralım. Baklava çok hasta etti seni biliyorum ama zamanla iyileşicek miden" demiş. Demiş ama Narin' i bir türlü ikna edememiş. Narin hala baklavayı neden bu kadar fazla kaçırdığı için kendine kızıyor, böyle yapmaması gerektiğini söyleyen Haşin' i de tersliyordu. Haşin biliyordu aslında Narin' in yaşadığını... Çünkü o da yemeklerde bazen çok kaçırıp midesini rahatsız etmiş zamanında. Zamanla bunun iyileştiğini görmüş. Narin' e bunu anlatmak istemiş hep ancak sabırsızmış biraz bizim Haşin. Hemen geçsin hemen iyileşsin istiyormuş Narin' in midesi... Hemen iyileşsin ki yemekler bayatlamadan yemeğe devam etsin istiyormuş. Narin olmadan da yemeği asla düşünmemiş, düşünememiş. Çünkü bu yemekler Narin ile yendiğinde çok güzelmiş. Narin' i yemeklerden daha çok sevmiş... Bir süre sonra bu iki arkadaş yemekleri unutup birbirleri ile uğraşmaya, birbirlerine kızmaya başlamışlar. İkisi de birbirini anlamamaktan şikayet eder olmuş. Heyecanla oturdukları sofradan, bir hışımla kalkıp uzağa oturmuşlar. Haşin vazgeçmiş, kabul etmiş. Narin' in iyileşmesini beklemeye karar vermiş. Ancak arasıra da Narin' e nasıl olduğunu sormak istemiş. Her sorduğunda da olay daha kötüye gitmiş. Haşin, hastalanan Narinini dizine yatırıp orada dinlenmesini istemiş. Narin çok öfkelenmiş o bunları sordukça... Haşin de sormadan edemiyormuş, kendisine o da kızıyormuş ama Narin' i tek başına bırakmış gibi olmamak için başında sabahlamaya razıymış... Bir noktadan sonra zaten Haşin' i görünce Narin' in aklına baklavadan başka bir şey gelmez olmuş... Hala tiksindiği o baklava... Hala sindirip vücudundan atamadığı ve inanılmaz ağrılara ve sancılara sebebp olan baklava...

Haşin sabretmeye kararlıymış, Narin' in ağrıdan, sancıdan bunları söylediğinin farkındaymış. Her ne kadar içten içe haksızlığa uğradığını düşünse de kıyamıyormuş Narinine... Bu kararı verirken de çok üzülmüş, ancak Narinin rahatsızlığı yemek yedikleri süreden daha uzun sürmüş artık. Sessizce beklemeye karar vermiş. Narin iyileşip de, hadi çorba içelim diyesiye kadar susmayı denemeye karar vermiş... Vermiş ama Haşin bu... Nasıl durucak, nasıl dayanıcak hasta olduğunu bildiği Narin' inden haber almadan... Gece gündüz bunu düşünmeye başlamış... O kadar kıtlıktan sonra bu aç gözlülüğüne o da kızmış. Anlayışla karşılamış ancak çok kızmış. Keşke bu kadar aç kalmasaymışız da tüm bu yemekleri doya doya yeseydik demiş kendi kendine hep gecelerce... Sofradan karnını doyuramadan kalkmanın acısı ve Narin' in hasta olmasının kederi yemiş bitirmiş onu... Haşin çok beklemişti çünkü bu yemekleri. Narin gibi... Tekrar böyle bir sofranın kurulmasının ne kadar zor olduğunu da bildiğinden sofranın başından ayrılmak istemiyormuş. Narin iyileşince yine bizim olur bunlar diyormuş...
Bekliyormuş Haşin... Narinini Bekliyormuş... Hep bekliyormuş gariban Haşin... Ezanı bekleyen oruçlular gibi sofranın başında sessizce...

21 Ocak 2017 Cumartesi

Bu Kez Farklı...

Her seferinde sonuca daha çok yaklaşıyorum aslında... Yani bi hayalkırıklığı sürekli mevcut ama her seferinde tam olmaya, tam olmayı hayal etmeye daha çok yaklaşıyorum. Bu aralar da yine öyle şeyler oldu... Artık belki de yaş gereği ilişkilerim hep ciddi boyuttaydı. Az önce de bi yazı yazıyodum "dinlemeyi hakettiğim şarkılar" diye ama yenileri eklenir diye taslak olarak kaydettim. Belki sonra tamamlarım. Bu kez de çok yaklaşmıştım, artık günümüzü değil geleceğimizi konuşuyorduk tospiğimle. Hatta çok havalara girmiştik, sarhoş gibiydik... Beklediğimiz, istediğimiz bu idi... Fakat çok gaza geldik... Daha önce sıkıntılı süreçlerde bitmesini hemen göze alabilen ve ardından pişman olan ben, bu kez hemen göze alamıyordum... Çünkü bu kez farklıydı... Hemen göze alamaz, hemen silemezdim. Gerçi yaş gereği değil lan, benim 8-10 sene önceki ilişkim de hep ciddi boyuttaydı. Ben memur adamım amk, düz adamım ben. Ben akşam işten eve gelir "hanım ne yemek var" diye sorarken aynı anda pijamalarını giyecek olan adamım. Buyum ben. Sakin adamım.

Geçen akşam sıkıntılı bir diyalog içerisindeyim yine... "ben mutsuzum, mutlu olamıyorum" diyen tospiğime "bi kere sarılsam geçer mi?" diye soruyorum. böyle de çocuk kafalıyım ben. Her şeyin farkında olmak, bunu daha önce defalarca yaşamak ve her seferinde hiç bir şeyi değiştirememek... Amına koyim böyle işin bacım afedersin. Tamam çocuk kafalıyım elbet ama her şeyin de farkındayım. Kesin bende de bi bokluk var. Yoksa neden her seferinde aynısı olsun... Çözemiyorum artık, çözemiyoruz ve gerçekten profesyonel yardım almaya ikna ettim kendimi. Yetmiyorum, bir şeyleri çıkmaza sokuyorum ve devamında yetmiyorum. Gerçi bu çıkmaza sokma işi de karmaşık bayağı... Ben aynayım amk. Karşıdan almadığım bir şeyi yapmadım. Ancak karşı tarafı tam bilemediğimden, yani karşı tarafın da kendisine ben kadar güvendiğini düşündüğümden yaptığım, sürdürdüğüm yanlışlarım olmuştur. Ancak bunun ceremesini her seferinde yaşamak zorunda kalmak... Süper mutlu iken birden dibe çakılmak... Amına koyim böyle işin. Amına koyim çünkü ben bir şekilde mutlu olmayı beceriyorum, yeterki tospiğim mutlu olsun. O mutlu olmadığı için amına koyim böyle işin.


Bu sefer farklıydı hacı abi, vallahi farklıydı... Hala da farklı aslında. Kurban olduğum hala "çabalıyorum" diyor bana... Bu bile diğerlerinden farklı, ancak aynı son'a gidiyorsak ne önemi kalır ki... Bu yüzden fevri davranmamaya gayret ediyorum artık... Şimdiye çoktaaaaan bunaltmış, kendi sonumu hazırlamıştım. Belki yine aynısı olmuştur ama biraz daha farklı hissediyorum. En azından ben de öncekilerden farklı bir şekilde direniyorum.

Çok özlüyorum lan, anasıı satıyım ki çok özlüyorum. Çok çabuk alışıyorum ve devamında burnum sızlıyor özlerken. Zaman takıntılıyım, takvimi açıp, şu tarihlere geri dönsem keşke, ne kadar da mutluyduk diyorum. "Mutluydum" değil "mutluyduk"...


Kardeşim aradı, rakı içtiğimi söyledim. Bira geriticek cila yapıcam. Sözün özü, hayatıma devam etmek zorundayım, ancak sürekli birilerini özleyerek geçirdiğim bazı özel akşamlarım artık sadece sana özel olucak bundan sonra tospiğim... Sen benim son zaferim, son gülüşüm, son sevincimsin artık. Sen artık öz'ümsün. Hasretimin, özleyişimin, nefretimin, öfkemin, heyecanımın, hayalkırıklığımın,aşkımın özü...


Biraz sessiz yani,fazla sessiz burası
ve sanki fırtına kopacakmış da
öncesi gibi sessiz yani..
Ben değiştim biliyorum
Sanki başka bir adammışım gibi geliyor bana bazen
Ama beni böyle de sev istiyorum
Biraz bencilce biliyorum
ama napayım
Ben hala seni çok seviyorum
Bozulan şeyleri böyle düzeltmek değil de
Herşeye yeniden başlamak istiyorum
Yine o aynı heyecanı
Ne yapacağını bilmeme telaşını istiyorum
Ben hala senin gözlerine bakarken konuşamıyorum
Bir sürü şey söylemek geliyor içimden
Ondan sonra hepsini birbirine karıştırıyorum
İşte bu yüzden sürekli saçmalıyorum
Sensiz öyle dağıldım ki toparlayamıyorum
Bu fırtına kopmuş da
Alabora olmuş gibiyim
Çok konuştum kusura bakma, ben
Sadece şunu söylemek istiyorum
Seni almaya geliyorum
Nasıl özlediğimi anlatamam
Başka türlü.

14 Ocak 2017 Cumartesi

Terapi Grupları





Fight Club' ı anlatmaya gerek yok. Okuyanların da izlediğini varsayarak yazıma başlıyorum. Jack uykusuzluğuna, mutsuzluğuna çare arayan bir beyaz yakalı... Doktora gidip özellikle antidepresan isteyen, büyün evini özel ikea koleksiyonları ile döşemiş olmasına rağmen bir türlü mutlu olmayan, uyuyamayan bir arkadaşımızdır. Doktorundan antidepresan izni alamayan kahramanımız yeni bir heyecan keşfeder; terapi grupları... Hayatları alt-üst olmuş, ölümcül hastalıklarla boğuşan, tüm beklentilerini ve umutlarını yitirmiş ancak kendisi gibi insanlarla bir araya gelince en azından yalnız hissetmeyip daha güçlü olduklarını ve ölümü kabullenebilen insanlara takılmaya başlar. Ölümcül bir kanseri ya da hastalığı yoktur, ancak o insanların acılarını izleyip kendi acılarını unutmayı başarabilmiştir. Bebekler gibi uyumaya başlar o saatten sonra... Daha sonra Marla gelir ancak Marla benim vereceğim örneklerin dışında kalacağından ondan hiç bahsetmeyeceğim. Jack sağlıklıdır, iyi bir işe, iyi bir eve sahiptir. Ama mutlu değildir. Ona terapi gruplarını örnek gösteren doktora "acı çekiyorum,farkında değil misin?" tarzı bir şeyler söylemiş, doktoru da ona esas acının bu gruplarda olduğunu söylemiştir. Bu acıları gören Jack bir anda acılarını unutmuştur falan filan... Bu fikir ile çelişen paylaşımlar yaptığımı hatırlıyorum sosyal ağlarda ancak genel olarak mantıklı geldi bana da... Bir dönem benzerini yaptım ben de... Kütahya' da geçirdiğim karanlık zamanlarda... Gazetelerdeki 3. sayfa haberlerinden veyahut ana haber bültenlerinde yer alan ölüm haberlerinden yola çıkarak, bu insanların sosyal hesaplarına erişmeye çalıştım. Her seferinde başarılı olamıyordum ama genelde bulabiliyordum hesaplarını... O insanların facebook hesaplarına arkadaşlarından gönderilen mesajlarını, fotoğraflarına yapılan yorumlarını okuyordum. Onu seven insanların ne kadar acı çektiğini gözlerim ile görüp, kendi sikko dertlerimin aslında dert olmadığını iyice idrak ediyordum. Evet yaptım bunu. Hayatını özellikle vakitsiz kaybetmiş genç insanların facebook hesaplarını izliyordum. Allah hepsine rahmet eylesin. Kimisinin kardeşi, kimisinin eşi, kimisinin sevgilisi neler yazmış neler. Utandım onları görünce dertlerimden. Bu mecra da bana terapi grubu olmuştu uzunca bir zaman. Bu akşam yakın çevremden bir örneğine rastladığım için bu yazıyı yazmak aklıma geldi.


Ertelemek diye bir yazı yazmıştım bir kaç yıl önce. Orada bir arkadaşımdan bashetmiştim. Bugün 1. ölüm yıl dönümü... O hayatını kaybettiğinde ben askerdim, çok geç öğrendim vefatını. Bugün de facebook' da dolanırken profiline yazılan yazıları gördüm. Çok başka bir acı... Bu acıyı her gün binlerce insan yaşıyor dünyada biliyorum ama tanıdığın, bildiğin, bir süre birlikte vakit geçirdiğin insanların başına geldiğinde daha farklı hissettiriyor. Hani biz hep sanıyoruz ki bizim tanımadığımız insanların başına gelir böyle şeyler... Bize bir şey olmaz... Oluyor işte amk. Bu kardeşim yumuşak doku kanseri teşhisiyle tedaviye başlamıştı. Sanırım sol kolu ağrıyordu hep. Halısahaya gittiğimizde sıra ile kaleye geçerdik, kolunu bahane edip geçmek istemezdi, ulan ne kolpacı birisiydi bu... Değilmiş amk değilmiş. Çok sonra farkettik biz de bunu ve utandık ev arkadaşlarım ile kendimizden... Hayalleri, sevgilisi, sevdikleri vardı... Yükseklisansa başladı, bitiremedi... Sevgilisi ile daha yakınlaştılar, ömrü sevmeye yetmedi... İşe girdi para kazanmak için, harcayamadı... Hepsini en başından beri biliyordu ama hiç bırakmadı kendini, sarıldı hep bir şeylere... Ders verdi hepimize... Ortamda pek ağırlığı olmayan, espri kıtlı çektiğimizde üstünden şakalar yaptığımız, lanet olası kibirimizde boğulup yeri geldiğinde küçümsediğimiz bu adam bize gider ayak inanılmaz bir ders vermişti. Helal olsun sana kardeşim.

Son Final Haftamızı bir arada geçirmiştik. Ders çalışmak haricinde bir sürü şey yapmıştık ve onlardan bir tanesi de hazırladığımızı bu eğlencelik video idi.




Sadece bu yazı için videounun gizliliğini herkese açık olarak ayarladım. Bir süre sonra gizlerim yine...

Bu gece bir kez daha dertlerimden utandım. Evet derdim var, hem de aşırı mutsuz eden türlerinden... Kıyas yapınca dert mert değil de, adına dert demişiz işte. Neyse en büyüğü bu olsun yine. Ertelemeyin moruk, sevdiklerinize sevdiğinizi söyleyin. Yarın nasıl bir haber alacağınızı bilemezsiniz.

Kişisel gelişim bokuna bulaşmak istemiyorum da biraz o tripte benim de düşüncelerim. Tabi bu aydınlık tarafım :) Karanlık tarafımda ise tam tersi, tam bir paranoyak, tam bir karamsar mevcut. 

Sanat Filmi: Kimim Ben isimli yazıda bundan da biraz bahsetmiştim. İki tarafı birbirine karıştırmadığım sürece yine bir denge ve duruş sergileyebiliyorum, ancak bugün karamsar, yarın iyimser takılınca dengesizleşiyo... Hulk oluyom. Geçen gün olmıycam dedim ama bi kaç saatliğine oldum. İyi bok yedim. Haksız mıydım ? Tartışılır, kesin bir karar verilemez ancak oldu.


Neyse; Yusuf kardeşimin mekanı cennet olsun, ailesine arkadaşlarına akrabalarına sabırlar diliyorum. Siz de akıllı olun. Ara sıra ibret alın.

Hadi hayırlı işler. 

8 Ocak 2017 Pazar

Cenevar


Hulk seriisini izlediniz mi ? Çok daha eski versiyonları da çekilmiş ama adamakıllı çekilenlerin ilkinde Edward Norton oynuyordu. Bir bilim kazası geçirmiş ve sürekli sakin olmak zorunda kalan bir bilim insanını oynuyodu yanlış hatırlamıyorsam. Kalp atışları belli bir ritmin üstüne çıkınca; yani sinirlenince, telaşlanınca, heyecanlanınca filan bambaşka bir canavara dönüşüyordu. Hulk diyorlardı adına. Yeşil. O yüzden baş rolümüz sürekli sakin kalmanın yollarını arıyor, insanlardan ve sorunlardan izole bir hayat yaşamaya çalışıyordu. Çünkü biliyordu kontrolü kaybettiğinde neler yapabildiğini... Kontrolünde olmadan her yeri nasıl yıkıp döktüğünü, tamir edilemez hasarlar verdiğini...

Bazen ben de öyle hissediyorum kendimi. Beni genelde sakin olarak tanımlarlar. Düşünürüm, taşınırım, sabrederim, anlamaya gayret eder öyle hareket ederim. Bazen hiç hareket bile etmem çünkü belki de anlayamamışımdır diye düşünürüm. Neme lazım belki Hulk oluveririm. Yıkıp dökmeye gerek yok çünkü ben de zamanında Hulk oldum ve iyi bir şey değil Hulk olmak. O yüzden ben de " bir missisipi, iki missisipi, üç missisipi" diye içimden sayıyorum Umut Sarıkaya karikatürü gibi. Hepsi geçecek, o yüzden Hulk olmamam gerek. Kırıp dökmemem gerek. Her şey çok güzeldi ve yine öyle olucak...

Bir Missisipi, İki Missisipi, Üç Missisipi...


Bazı Rüyalar 3

Önceki 2 "Bazı Rüyalar" yazılarımı okudum az önce. Ne acaip rüyalar imiş onlar da.... Aslında insanın bir rüya günlüğü de olmalı b...