21 Nisan 2017 Cuma
Tivit
Savaşta katledilen çocuklara alışmak gibiydi yokluğuna alışmak... Sessiz kalamıyorsun ama elinden de bir şey gelmiyor.
20 Nisan 2017 Perşembe
Paralel Evren
Bir sevgili refleksi olarak demedim sana "hayatım" diye... Gerçekten öyle olduğu için senden sonra. Öyle ki; hala durum aynı... Bir insan bunu tercih edemez. Sürekli birsini düşünerek yaşayamaz, yaşamamalı. Hastalık bu. Fakat bunu gerçekten ben mi seçtim ? Varsayılan olarak mı ayarladım seni ? Gerçekten çok ciddi bir durum yoksa istisnasız insan hep mi aynı insanı, aynı hatıraları ve aynı hataları düşünür ? En korktuğum şey oldu artık seni kanlı canlı görmek... ve en çok istediğim şey. O kadar standartsın ki artık aklımda... Hiç bir şey yapmadan bendeki halinle yaşıyorum seninle. Şimdi hayatımda olsaydın neler konuşurduk? Bu akiam sinemaya sen de gelebilir miydin ? Öğlen arasında kaçamak yağıp birlikte yemek yer miydik ? Bu haftaki konsere bilet alır mıydık ? Biz böyle olmasaydık hala bana öyle hayran hayran bakar mıydın ? Hala heyecanlanır mıydım o kadar ? Yoksa alışmış olup sıradan mı karşılardım ? Şimdi ne yapıyorsundur ? Arkadaşlarınla konuşurken benden hiç söz açılıyor mudur ? Yüz ifaden nasıl oluyordur ?
Ben aslında alternatif hayatlarımızı da düşünüyorum. Ya böyle olmasaydı diye... ve bu gece kızıl saçlarına bakıp, kan kırmızı bir şarabı hiç etmeyi hakettim kendimce. Kendimi hiç sevmiyorum, bu yüzden sağlığıma da dikkat etmiyorum bu aralar. Şimdi birlikte olsaydık çok kızardın buna, bileğimin sakat olmasına rağmen halı sahaya gitmeme kızdığın gibi... Hala hayatımdasın, hayatım.
Ben aslında alternatif hayatlarımızı da düşünüyorum. Ya böyle olmasaydı diye... ve bu gece kızıl saçlarına bakıp, kan kırmızı bir şarabı hiç etmeyi hakettim kendimce. Kendimi hiç sevmiyorum, bu yüzden sağlığıma da dikkat etmiyorum bu aralar. Şimdi birlikte olsaydık çok kızardın buna, bileğimin sakat olmasına rağmen halı sahaya gitmeme kızdığın gibi... Hala hayatımdasın, hayatım.
14 Nisan 2017 Cuma
Yazık Bana
Benim suçum neydi lan ? Gerçekten benim mutluluğumu isteyen insanlar, istemeden de olsa ağzıma sıçtı. İyiydim lan ben... Süper toplamıştım kendimi. Askete gidip gelmişim, kendimi geliştirmişim. Level atlamıştım resmen... Beni öyle bir işlediler ki Mona konusunda... Hem Mona, hem ailem, hem ailesi ağzıma sıçtı... Ağzıma sıçtınız lan. Ben hiç bir şey olmamış gibi devam edemiyorum. Ediyorum ama en azından bunları yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Hem de çük kadar telefon ekranından ve aynı anda ikişer harfe basıp sürekli düzeltmek zorunda kaldığım telefonumdan...
Daha önce eski sevgililerimle hiç karşılaşmamıştım... Bu gece de bu ilk'i yaşadım. Ne derseniz deyin amk. Ben muhtemelen olgunluğa erişebilmiş değilim sizin için ama hiç bir şey olmamış gibi görmezden gelemem, gelmemeliyim... Yakıştıramıyorum kendime; gözlerinde huzur bulduğum insan ile göz göze gelmemek için çaba harcamayı... Ayıp lan. Kendime saygımı kaybediyorum iyice. Ben o kadar geniş değilim lan. Nerden bulaştım bu belaya. Niye başıma geldi bunlar Allahım.
Ağzıma sıçtınız Mona, ağzıma sıçtınız anne... En büyük derdim bu olsun ancak unutamıyorum. Normale dönmem çook uzun zaman alıyor. O, bulunduğum ortamdan kaçarcasına uzaklaşırken ben halen ne kadar güzel olduğunu filan düşünüyorım. Nefret ediyorum kendimden. Umrunda olmadığım insanı hayatımın odağına alıp, gece gündüz onunla yaşamak zorunda bıraktığım için kendimi, kendimden ölesiye tiksiniyorum. Bu huylarım benim gururumdu aslında ama artık öyle değil. İntihara meyilli bir birey olsaydım çok kolaydı tüm bunlardan kurtulmak... Kendimi bu noktada sevdiğimi hissediyorum. Ruhum değil ama canım, hayatım kıymetli... Senin koluna attığın façaların kralını psikolojime atmışım. Yaptığım en kral tedavi 2 ay sürdü ve devamında daha beter oldum.
Neyse Mona, sen kendini rahat hisset yeter ki... Ben her ne kadar kendimden ve tüm bu olanlardan tiksinsem de seni görmezden gelirim. Sen kitabını oku, ben içip içip kitabımı yazarım. Seni çok özlüyorum, kaçıp kurtulduğun iyi oldu benden güzel sevdiğim...
Bu arada, bu gece orkestra şefinden senin için Harry Potter çalmasını istedim... Bir sonraki konserde çalacağına söz verip kibarca reddetti beni... Meğer sezonun son konseriymiş. O da ayak üstü sikti beni. Yazık ediyosunuz bana ya da yazık ediyorum kendime...
Daha önce eski sevgililerimle hiç karşılaşmamıştım... Bu gece de bu ilk'i yaşadım. Ne derseniz deyin amk. Ben muhtemelen olgunluğa erişebilmiş değilim sizin için ama hiç bir şey olmamış gibi görmezden gelemem, gelmemeliyim... Yakıştıramıyorum kendime; gözlerinde huzur bulduğum insan ile göz göze gelmemek için çaba harcamayı... Ayıp lan. Kendime saygımı kaybediyorum iyice. Ben o kadar geniş değilim lan. Nerden bulaştım bu belaya. Niye başıma geldi bunlar Allahım.
Ağzıma sıçtınız Mona, ağzıma sıçtınız anne... En büyük derdim bu olsun ancak unutamıyorum. Normale dönmem çook uzun zaman alıyor. O, bulunduğum ortamdan kaçarcasına uzaklaşırken ben halen ne kadar güzel olduğunu filan düşünüyorım. Nefret ediyorum kendimden. Umrunda olmadığım insanı hayatımın odağına alıp, gece gündüz onunla yaşamak zorunda bıraktığım için kendimi, kendimden ölesiye tiksiniyorum. Bu huylarım benim gururumdu aslında ama artık öyle değil. İntihara meyilli bir birey olsaydım çok kolaydı tüm bunlardan kurtulmak... Kendimi bu noktada sevdiğimi hissediyorum. Ruhum değil ama canım, hayatım kıymetli... Senin koluna attığın façaların kralını psikolojime atmışım. Yaptığım en kral tedavi 2 ay sürdü ve devamında daha beter oldum.
Neyse Mona, sen kendini rahat hisset yeter ki... Ben her ne kadar kendimden ve tüm bu olanlardan tiksinsem de seni görmezden gelirim. Sen kitabını oku, ben içip içip kitabımı yazarım. Seni çok özlüyorum, kaçıp kurtulduğun iyi oldu benden güzel sevdiğim...
Bu arada, bu gece orkestra şefinden senin için Harry Potter çalmasını istedim... Bir sonraki konserde çalacağına söz verip kibarca reddetti beni... Meğer sezonun son konseriymiş. O da ayak üstü sikti beni. Yazık ediyosunuz bana ya da yazık ediyorum kendime...
6 Nisan 2017 Perşembe
Hafıza Kaybı
Duygu yoğunluğuma rağmen çok az yazıyorum. Zaman ilerledikçe, belki de yaşım ilerledikçe, değişiyorum. O kadar çok yazmalıydım ki... Parmaklarımı yara yapacak kadar, okumaktan gözlerinizi ağrıtacak kadar... Biraz içmem gerekiyor sanırım. Yazmaya başlayınca "kal" geliyor artık. Durup düşünüyorum bir sonraki cümleyi. Aklımda hızla dolaşan tilkileri kuyruğundan yakalamak kolay olmuyor sanırım artık... Bir hafıza kaybı yaşıyorum... Ne giymişti ilk buluşmamızda ? Ojeleri ne renkti ? Sigarasını hatırlıyorum, paketinden çıkarıp narin parmakları ile mentolünü patlatışını... Bazen zorlanıp yüzünü kırıştırışını hatırlıyorum... Kahve mi içmişti ? O gece neler konuşmuştuk ?
Eskiden fil hafızalı derlerdi bana... Detay hatırlardım. Unutmazdım. Sanırım fil hafızamı bundan önceki hayalkırıklıklarımda fazlasıyla kullandım... Tam net seçemiyorum hatıralarımı...
Nasıl sevmiştik birbirimizi, ilk kıvılcımı veren cümleler neydi ? Beni ne kadar mutlu ettiğini hatırlıyorum... Bizi mutsuz edeceğini bilmediğimiz ama heyecanla beklediğimiz o cuma akşamını hatırlıyorum sadece... Gün olarak. Sadece bir cuma akşamıydı... Nasıl başlamıştı ? Neler konuşmuştuk o akşam ? Ne kadar heyecanlanmıştık ? Karnım aç mıydı ? Evet açtı bunu hatırlıyorum. Yine de hiç bir şey yememiştim.
Cuma akşamlarından, haftasonunun başlıyor olmasından nefret ediyorum aylardır... İşe gidince eve gelmek, eve gelince işe gitmek istiyorum... Aslında ikisini de istemiyorum. Doğrusu şöyle: İşten çıkınca eve gitmeyi, evden çıkıp iş gelmeyi istemiyorum. Her sabah "bugün istifa mı etsem" diye düşünerek işe gidiyorum. Bütün gün mesainin bitmesini bekliyorum, mesai bitince hiç bir rahatlama yaşamıyorum. 30'a merdiveni dayadım ama mutlu olmayı başaramadım. En son mutlu olduğum zamanı hatırlıyorum. Çok uzak değildi... Ancak ardından bu kadar bok hissedeceğimi bilseydim... Keşke bilseydim... 1 aylık mutluluk için aylarca bok hissetmek... Tamam mutluluğa gerçekten açtım ancak öncesinde de bu kadar kötü durumda hissetmiyordum kendimi... Hatta harikaydım. Askerliğimi bitirmişim, tekrar çalışmaya başlamışım, fazla kilolarımdan kurtulmuşum falan filan... İş, ev, spor olarak geçiyordu günlerim. Kuş gibiydim. Askerde edindiğim spor alışkanlığımın yanında, kitap okuma alışkanlığım vardı.. Haftada 1 kitap okurdum. Yine öyle haftaların birinde yeni bir kitap almıştım. Almaz olaydım... Aşk pişmanlık değildir. Pişman değilim hiç birisi için. Evet bir kaç kez "keşke" kelimesini cümle içinde kullandım ama pişmanlıktan daha farklı benimkisi.
İlk zamanlar bu "bok" ruh halimi gizleyemedim ne evde, ne işte... Herkes farkındaydı bi bokluk olduğunun, ancak bu bokluk yüzümü düşürtmediği, kaşlarımı çattırttığı için kimse de soramıyordu ne olduğunu... Korkuyorlardı. Patlayacaktım çünkü. Ve genellikle hiç haketmeyen insanlara patladım. Sessizce yüzümün yumuşamasını beklediler. Dinlediğim şarkıların normale dönmesini beklediler... Baktılar olmuyo teker teker konuşmaya çalıştılar. Ne ben onları ne de onlar beni anlamadı. Onlar beni olayların üzdüğünü ve üzerimde etkisinin hala olaylar olduğunu iddia ediyorlardı. Ben ise artık kendimden bıktığımı, olayların her zaman başıma gelen alelade şeyler olduğunu ve kendime tahammülümün kalmadığını iddia ediyordum. Gerçekten de öyle... Kendime tahammül edemiyordum. Bıktım kendimden... 1 yılda aya kalkıp bir kaç ayda daha da beter olarak dağılmaktan bıktım. Bunlar herzaman herkesin başına gelebilecek şeyler. Abartı bir durum söz konusu değil aslında. Ancak bendeki etkisinin bu denli yıkıcı olmasından ve her seferinde daha da şiddetlenerek devam etmesinden bıktım. Değişebileceğime olan inancımın çok kolay kırılmasından bıktım. Eskiden kendi kendimi çok kolay motive edebiliyorken artık haftalarca uğraşıp saatler içinde tekrar demotive olmaktan bıktım. Ben sanırım başarısız oldum şu ana kadar mutlu olma konusunda... Şımarıklık. Eskiden böyle durumlarda, sahip olamadıklarımı değil sahip olduklarımı göz önüne alır öyle değerlendirirdim her şeyi... Şimdi ne sahip olduklarım ne de olamadıklarım bi bok ifade etmiyor artık. Sebebini sonunu bilmediğim bir bokluk var üzerimde ve tam olarak buna sebep olan olayları hatırlayamıyorum. Duygusal travmaların hafıza kaybı yarattığını okumuştum. Fakat travma çok uzun sürmüş olsa gerek, o döneme ait pek bir şey hatırlayamıyorum. Neden o kavgaları ettik ? Kısa sürede nasıl bu kadar değiştik ? Bana olmaz dedikten bir hafta sonra biz nasıl olduk ? Neler yaşandı bu geçiş süreçlerinde hiç birisini hatırlamıyorum artık. Tek hatırladığım inanılmaz bir "zafer" hissi. Ardından aynı oranda "tükenmişlik" hissi... Kendimi hiç bu kadar değersiz ve gereksiz hissetmemiştim. Çalışıp para kazanma dışında bir boka yaramıyordum. Belki tiyatro... O da göreceli bir şey... Sırf evden çıkmış olmak için zorla 1 saatliğine dışarı çıkartıyorum kendimi... Sığır gibi yatıyorum kanepede... Ergen gibi bilgisayarın karşısında... O sikik telefon da hep elimde... Ailem gerçekten geçmişimi, arkadaşlarımı v.s bilmese bu dönemde asosyalliğimden inanımlaz derecede korkarlardı...Neden kaşlarını çatıp bön bön bilgisayara ya da telefona bakıyor bu çocuk ? Çocuk dediğin de 30 a dayanmış birisi artık...
Şu dönem hayatımın genelinde hissettiğim başarısızlık ve değersizlik hissi... İnsanların bana değer vermediği ile alakalı bir şey değil. Kendime değer veremiyor olmamdan ötürü... Yoksa beni çok seven pek çok insan var etrafımda.... Ancak ben artık eskisi kadar sevemiyorum kendimi... Seviyor olsaydım, tüm bunların daha en başında, ilk belirtilerinin hissedildiği o soğuk günlerde; ben tekrardan bunları yaşayamam, lütfen sorunlarını çöz diyip kendi işime gücüme dönmem gerekirdi... Sonunun ne olduğunu bildiğin, seni ne kadar yıkacağını bildiğin bir işe tekrar depar atarak gitmek... İşte bu yüzden hiç acımıyorum kendime... Çünkü sizler kadar sevemiyorum kendimi... Aslan burcu için bencil derler ama ben yenemediğim sorunlarım için bencillik yapıp hiç kimseye sırtımı dönemiyorum. Hala ailemle yaşıyorum, beni mutsuz eden olaylara rağmen... Hala o sikik işte çalışıyorum, nefret ettiğim ama yüzüne gülümsemek zorunda kaldığım insanlarla beraber... Bencil olabilseydim ya da kendimi gerçekten sevebilseydim şu an ilk yapmam gereken şey "istifa" etmek olurdu. Umarım o kutlu gün çok uzak değildir....
Sonuç olarak hatırlamıyorum. Unutmam gerekenler aklımda, hatırlamam gerekenleri hatırlamıyorum...
Eskiden fil hafızalı derlerdi bana... Detay hatırlardım. Unutmazdım. Sanırım fil hafızamı bundan önceki hayalkırıklıklarımda fazlasıyla kullandım... Tam net seçemiyorum hatıralarımı...
Nasıl sevmiştik birbirimizi, ilk kıvılcımı veren cümleler neydi ? Beni ne kadar mutlu ettiğini hatırlıyorum... Bizi mutsuz edeceğini bilmediğimiz ama heyecanla beklediğimiz o cuma akşamını hatırlıyorum sadece... Gün olarak. Sadece bir cuma akşamıydı... Nasıl başlamıştı ? Neler konuşmuştuk o akşam ? Ne kadar heyecanlanmıştık ? Karnım aç mıydı ? Evet açtı bunu hatırlıyorum. Yine de hiç bir şey yememiştim.
Cuma akşamlarından, haftasonunun başlıyor olmasından nefret ediyorum aylardır... İşe gidince eve gelmek, eve gelince işe gitmek istiyorum... Aslında ikisini de istemiyorum. Doğrusu şöyle: İşten çıkınca eve gitmeyi, evden çıkıp iş gelmeyi istemiyorum. Her sabah "bugün istifa mı etsem" diye düşünerek işe gidiyorum. Bütün gün mesainin bitmesini bekliyorum, mesai bitince hiç bir rahatlama yaşamıyorum. 30'a merdiveni dayadım ama mutlu olmayı başaramadım. En son mutlu olduğum zamanı hatırlıyorum. Çok uzak değildi... Ancak ardından bu kadar bok hissedeceğimi bilseydim... Keşke bilseydim... 1 aylık mutluluk için aylarca bok hissetmek... Tamam mutluluğa gerçekten açtım ancak öncesinde de bu kadar kötü durumda hissetmiyordum kendimi... Hatta harikaydım. Askerliğimi bitirmişim, tekrar çalışmaya başlamışım, fazla kilolarımdan kurtulmuşum falan filan... İş, ev, spor olarak geçiyordu günlerim. Kuş gibiydim. Askerde edindiğim spor alışkanlığımın yanında, kitap okuma alışkanlığım vardı.. Haftada 1 kitap okurdum. Yine öyle haftaların birinde yeni bir kitap almıştım. Almaz olaydım... Aşk pişmanlık değildir. Pişman değilim hiç birisi için. Evet bir kaç kez "keşke" kelimesini cümle içinde kullandım ama pişmanlıktan daha farklı benimkisi.
İlk zamanlar bu "bok" ruh halimi gizleyemedim ne evde, ne işte... Herkes farkındaydı bi bokluk olduğunun, ancak bu bokluk yüzümü düşürtmediği, kaşlarımı çattırttığı için kimse de soramıyordu ne olduğunu... Korkuyorlardı. Patlayacaktım çünkü. Ve genellikle hiç haketmeyen insanlara patladım. Sessizce yüzümün yumuşamasını beklediler. Dinlediğim şarkıların normale dönmesini beklediler... Baktılar olmuyo teker teker konuşmaya çalıştılar. Ne ben onları ne de onlar beni anlamadı. Onlar beni olayların üzdüğünü ve üzerimde etkisinin hala olaylar olduğunu iddia ediyorlardı. Ben ise artık kendimden bıktığımı, olayların her zaman başıma gelen alelade şeyler olduğunu ve kendime tahammülümün kalmadığını iddia ediyordum. Gerçekten de öyle... Kendime tahammül edemiyordum. Bıktım kendimden... 1 yılda aya kalkıp bir kaç ayda daha da beter olarak dağılmaktan bıktım. Bunlar herzaman herkesin başına gelebilecek şeyler. Abartı bir durum söz konusu değil aslında. Ancak bendeki etkisinin bu denli yıkıcı olmasından ve her seferinde daha da şiddetlenerek devam etmesinden bıktım. Değişebileceğime olan inancımın çok kolay kırılmasından bıktım. Eskiden kendi kendimi çok kolay motive edebiliyorken artık haftalarca uğraşıp saatler içinde tekrar demotive olmaktan bıktım. Ben sanırım başarısız oldum şu ana kadar mutlu olma konusunda... Şımarıklık. Eskiden böyle durumlarda, sahip olamadıklarımı değil sahip olduklarımı göz önüne alır öyle değerlendirirdim her şeyi... Şimdi ne sahip olduklarım ne de olamadıklarım bi bok ifade etmiyor artık. Sebebini sonunu bilmediğim bir bokluk var üzerimde ve tam olarak buna sebep olan olayları hatırlayamıyorum. Duygusal travmaların hafıza kaybı yarattığını okumuştum. Fakat travma çok uzun sürmüş olsa gerek, o döneme ait pek bir şey hatırlayamıyorum. Neden o kavgaları ettik ? Kısa sürede nasıl bu kadar değiştik ? Bana olmaz dedikten bir hafta sonra biz nasıl olduk ? Neler yaşandı bu geçiş süreçlerinde hiç birisini hatırlamıyorum artık. Tek hatırladığım inanılmaz bir "zafer" hissi. Ardından aynı oranda "tükenmişlik" hissi... Kendimi hiç bu kadar değersiz ve gereksiz hissetmemiştim. Çalışıp para kazanma dışında bir boka yaramıyordum. Belki tiyatro... O da göreceli bir şey... Sırf evden çıkmış olmak için zorla 1 saatliğine dışarı çıkartıyorum kendimi... Sığır gibi yatıyorum kanepede... Ergen gibi bilgisayarın karşısında... O sikik telefon da hep elimde... Ailem gerçekten geçmişimi, arkadaşlarımı v.s bilmese bu dönemde asosyalliğimden inanımlaz derecede korkarlardı...Neden kaşlarını çatıp bön bön bilgisayara ya da telefona bakıyor bu çocuk ? Çocuk dediğin de 30 a dayanmış birisi artık...
Şu dönem hayatımın genelinde hissettiğim başarısızlık ve değersizlik hissi... İnsanların bana değer vermediği ile alakalı bir şey değil. Kendime değer veremiyor olmamdan ötürü... Yoksa beni çok seven pek çok insan var etrafımda.... Ancak ben artık eskisi kadar sevemiyorum kendimi... Seviyor olsaydım, tüm bunların daha en başında, ilk belirtilerinin hissedildiği o soğuk günlerde; ben tekrardan bunları yaşayamam, lütfen sorunlarını çöz diyip kendi işime gücüme dönmem gerekirdi... Sonunun ne olduğunu bildiğin, seni ne kadar yıkacağını bildiğin bir işe tekrar depar atarak gitmek... İşte bu yüzden hiç acımıyorum kendime... Çünkü sizler kadar sevemiyorum kendimi... Aslan burcu için bencil derler ama ben yenemediğim sorunlarım için bencillik yapıp hiç kimseye sırtımı dönemiyorum. Hala ailemle yaşıyorum, beni mutsuz eden olaylara rağmen... Hala o sikik işte çalışıyorum, nefret ettiğim ama yüzüne gülümsemek zorunda kaldığım insanlarla beraber... Bencil olabilseydim ya da kendimi gerçekten sevebilseydim şu an ilk yapmam gereken şey "istifa" etmek olurdu. Umarım o kutlu gün çok uzak değildir....
Sonuç olarak hatırlamıyorum. Unutmam gerekenler aklımda, hatırlamam gerekenleri hatırlamıyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bazı Rüyalar 3
Önceki 2 "Bazı Rüyalar" yazılarımı okudum az önce. Ne acaip rüyalar imiş onlar da.... Aslında insanın bir rüya günlüğü de olmalı b...
-
Bu adamı hatırlayanınız var mı? Bana göre Trt'nin hatta Türk televizyon tarihinin en iyi dizilerinden biri olan 7 numaranın en sevdi...
-
Nazım Hikmet "Karıma Mektup" şiirinde şöyle demiş: ... En fazla 1 yıl sürer 20. yüzyıl'da ölüm acısı... Ölüm doğduğumu...