Uygun bir başlık düşündüm önce...Bulamayacağımı farkedince etkileyici bir kaç resim ile süslemek istedim yazının girişini... O da olmadı, gelişi güzel yazmaya başladım.
4 yılın ardından son 3 gün... Üzülüyor muyum ? Pek sayılmam. Elbette veda etmek zorunda kalacağım çok güzel insanlar var etrafımda fakat yolumuza devam etmeliyiz... Daha önceki vedalarıma nazaran buradan ayrılmak daha kolay gibi gözüküyor şu an bana. Zaten önceki vedalarımda her gün şafak sayardık "ay son bi hafta,son 3 gün" v.s... Son sınavıma girmek için yaklaşık 10 gün önce filan geldim buraya... 10 günün sadece 3-4 gecesinde yalnız değildim. Onun haricinde hep tek başıma oturdum evde... Vedalaşacağım birileri olmadığı için kolay geliyordur belkide.
Geldiğim gibi ayrılıyorum aslında Kütahya'dan... 2009 sonbaharında geldiğimde öyle bir oturdum ki götümün üstüne, bir daha hep oturarak geçti günlerim. Hep oturdum, çok düşündüm, az konuştum. Çok paylaştım ama az görüştüm insanlarla. Çok güldük ama az ağladık. Çünkü hiç birbirimize ağlamadık biz. Herkes odasında, köşesinde ağladı burada... Rakı sofralarımızda hep güldük, derdimizi paylaşırken bile güldük.Çünkü bizim gülmeye ihtiyacımız vardı...En çok da ağlanacak halimize güldük bence.Belki de bugün veda etmeyi daha kolay hale getirmek için az görüştüm insanlarla. Belki de ayrılacağım zaman sevineyim diye işkence ettim kendime bunca zaman. Hepsi de gayet mantıklı görünüyor bence. Duygusal birisi olduğumu düşündüğümde ne kadar da mantıklı hareket ettiğimi gösterir tüm bunlar. Hata demek doğru olur mu bilmiyorum da bir şeylerden ders aldığımı ve daha dikkatli olduğumu gösterir. Yaratılışımızın müthiş bir özelliği olan uyum sağlamayı ispatlar... İstanbul'dan ayrılmak ne kadar da üzmüştü beni ama yine de gözümü kırpmadan geldim buraya daha kaliteli bir gelecek kazanabilmek için... Bir daha bu kadar üzülmemeliydim sonsuza kadar bağlı kalmayacağımı bildiğim yerlerden, insanlardan ayrılırken... Günlerce, haftalarca, aylarca geçmişin hasretini, özlemini yaşayarak bulunduğum odalara hapsetmemeliydim kendimi... Asosyalliğimi haklı gösterecek kılıflar uyduruyormuşum gibi durabilir, bilmiyorum. Fakat düşlediğimi biraz başarabildim. Elbette makul ölçüde insan her geçen günü, her gideni, her yaşananı özler. Doğaldır bu. Elbette burada da bırakmayı hiç istemediğim insanlar da var ama onları hep burada kalacakmışım gibi asla odak noktama koymadım. Haksızlık mı ettim bu güzen insanlara bilmiyorum, birlikte daha çok şey paylaşabilirdik belkide kimbilir... Ama bundan sonra paylaşıma devam edeceğim insanlar kazandım, o yüzden sorun yok.
İlk yıllarda benden daha küçük olan oda arkadaşlarımla geçti günlerim. İlk üniversiteleriydi, ilk göz ağrılarıydı... Büyük bir tutkuyla gidiyorlardı okula, arkadaşlarıyla buluşmaya... Bu yüzden beni anlamıyorlardı hiç bir zaman davetlerine katılmak istemediğimde... Onları sevmiyorum sanıyorlardı.
Geldiğim ilk aylarda çok artisttim ben. İstanbul'dan gelmişim,burası neresi yea...Ben dersimi okur ara ara istanbula kaçarım. Yeteri kadar arkadaşım var benim, buradan kazanmak istediğim tek şey diploma onun haricinde hiç bir şeye ihtiyacım yok diye düşüyordum hep. Kibir şeytanın en gözde günahlarındandır vesselam... Benim de ilk fırsatta korkunç bir iştahla yediğim bir yemek gibi... Günler ilerledikçe işler değişmeye başladı. Yemek yemeğe çay içmeye çağıran insanlar doğal olarak bensiz yapıyorlardı planlarını ki benim de arzuladığım buydu. Zaten yoğun bir yıl geçirmiştim İstanbul'da hem iş hem okul derken. Saatlerce amaçsız oturmak istiyordu benim canım. Hiç bir şey yapmadan, hiç kimseyle görüşmeden... Zaten inanın ev arkadaşlarım hariç kimseyle %100 samimi bir diyalog kuramadım burada... Hele ki sınıf arkadaşlarımla. Hep bir samimiyetsizlik,kopukluk vardı diyaloglarımızda...Beni daha önceden tanımadıkları için bunu anlayamıyorlardı ama yakın dostlarım farkediyordu bu kopukluğu... Onlardan sıyrılabilmek için ne yalanlar söylemek zorunda kaldığımı bir bilseniz...Çok zorlama diyaloglardı bizimkisi. Otobüste yanına oturan adamla sadece bir konuda ortak yanınız vardır da bütün yolculuk boyunca o konudan konuşursunuz ya... Siyaset,futbol gibi... Bir noktadan sonra aynı şeyleri tekrar etmeye ve yavaş yavaş susmaya başlarsınız. Çünkü söylenecek söz azalmıştır o konuda. Zaten tanımadığın ve muhtemelen tanımayı çok arzu etmediğin birisiyle konuşuyorsun. Neden uzatasın ki konuyu o kadar... Samimiyet olmadığı için hiç birinin sohbetinden keyif aldığımı söyleyemem. Sadece ev arkadaşlarımla şakalaşıyordum, okulda birisinin sesini taklit ettiğim, espri yaptığım çok görülmemiştir. Sınıfta tek başına oturan o gizemli sığır bendim işte. Sınavda saçı başı dağınık gelip, önünde arkasında kimin oturduğuna bakmayan ve her zaman en öne oturan ve çoğu zaman sınavdan ilk çıkan o "genious" sığır bendim... İlk zamanlar dışarı pek çıkmadığımı, daha önceden bi üniversite geçmişim olduğunu ve yaşımın biraz daha büyük olduğunu farkettiklerinde beni inek zannetmişler... İlk sene yaz okulunda zorla geçtim halbuki sınıfımı, 2. sene hiç geçemedim. Yaz okulu ile bile kurtulacak cinsten değildi derslerim... Sınıfta kaldım... Sonra ev arkadaşlarımızla etrafımızda daha çok akademik kariyer yapmış insanlar olmaya başladı. Bi ev arkadaşımız oldu bizim bölümde araştırma görevlisi olan... Ev arkadaşlarım yüksek lisansa başladı, hocaları bize çok sık gelirdi. Bu insanlar beni bir şekilde çalışmaya teşvik etti. Kaybettiğim zamanı geri kazanma şansım vardı ve kazandım. Diplomayı elime almadan mezunum triplerine girdim ama kağıt üzerinde mezunum...Bu son cümleden sonra mezun olamadığıma dair bir şüphe beliriyor doğal olarak insanın aklında... Küçük bir anadolu üniversitesinde okuyorsanız her zaman sıra dışı şeylere hazırlıklı olmanız gerekir. Son dakikada değişen müfredat, son dakikada değişen ders içerikleri sizi sıkıntıya sokabilir. O yüzden diplomamı elime almadan içimdeki bu küçük kuşku hiç gitmeyecek...
İyice günlüğe bağladık amk tripli tripli bir hikaye yazıcaz diye. Neyse...
Bir şekilde 4 yılı yedim burada. Şimdi yeni başlangıçlar zamanı... Hele bi TSK'ya katılayım da bu işkence dediğim günleri azıcık mumla arayayım. Benim esasen istediğim bu. Ev arkadaşlarım hatta ailem eğitimime devam etmem konusunda biraz ısrarcılar.. Güzel bir akademik çevre ve iyi sayılabilecek bir okul performansı yakaladıktan sonra onların görmek istediği, bana yakıştırdığı bu...Fakat benim değişikliğe ihtiyacım var. 5 yıl önce okulu uzatıp tam zamanlı bir işe girdiğimde nasıl özlediysem öğrencilik günlerini yine öyle bir hasrete ihtiyacım var. Ara vermeliyim... Sonrası Allah kerim.
İlk yıllarda benden çok şey aldı Kütahya, istemeden kaybettim kaybetmek istemediğim değerleri, hep sordum kendime bu gidenlerin yerini nasıl dolduracaksın diye... Doldu çok şükür. Artık vakit kaybı olarak görmüyorum Kütahya'yı... Çok şey öğrendim burada. Hem kendimi hem de başka insanları tanıdım yeniden. Yeniden yeni başlangıçlara ihtiyacım var sadece...
Madem ki ayrılıyorum, hemen feysbukta bi foto albümü hazırlayayım Kütahya'da geçen bu 4 yılla ilgili. Her resmin altına küçük küçük notlar düşeyim sanki bir diplomatmışım da çok önemli görüşmelerde çekinmişiz o fotoğrafları gibi... Hatta bi kolaj yapıp gerekli gereksiz herkesi etiketleyeyim de "ya canım yeaaaa şimdiden özledim ama ben :s " yalancılığında yorumlar yapayım altına... Yok yok kolaj yapmıcam ama foto albümünü kesin yaparım aylak adamım ben. Hadi cümlemize geçmiş olsun...
21 Ağustos 2013 Çarşamba
17 Ağustos 2013 Cumartesi
Alışkanlık
Sanırım Yeni Rakı'nın reklamıydı.... "Biz Türklerin İçmek İçin Sebebe İhtiyacı Yoktur"
Bu akşam bi sebep uğruna içmiyordum ancak içtikçe kendime bir sebep aramaya başladım. Bilinçaltıma nasıl itilmişse;illa dertlenecek bir şey olmalı... Keyiften içiyor olamam.
Halbuki tamamen keyiften ve aylaklıktan içiyordum. Sonra içtikçe kendime bir misyon biçmeye uğraştım. Zor olmadı elbet. Bi fotoğrafa,bi videoya bakar hacı abi.... Açtım eski resimleri,videoları...Bir güzel dertlendim ki sorma. Mutluymuşuz amk. Hem de zirvedeymişiz lan. Son yıllarda çekindiğim resimlere baktım... Hiç birinde, 4-5 yıl önceki resimlerde takındığım gülümseme yok amk. Yaş geçiyor elbet ondandır da bir şeyler eksik kaldı. Neyin eksik kaldığını ya da beni neyin eksilttiğini de biliyorsunuz zaten...
Bu kış hatta bu yıl çok içki içtim. Her gece sarhoş falan değildim ama ayda bir kurduk neredeyse rakı soframızı... Ara ara ayak üstü içtiklerimiz de oldu. Kütahya'ya dair en çok özleyeceğim şey dostlarımla kurduğumuz rakı sofralarıdır... Birer birer eksildi tüm dostlarım masadan ve geldiğim nokta ; tek başıma içiyorum artık. Bir Chuck Palahniuk romanının bunalımlı baş karakterleri gibi hissediyorum ara sıra. Kasıntı olduğumdan değil. Ne bileyim; bir Tyler Durden rahatlığında olmak çok hoşuma gidiyor. Belli ki çok etkisinde kalmışım. Bu etkilere bu kadar duyarlı hale gelmemin de sebeplerini yazdım daha önce.
Bu geceyi boş geçmemek adına yazıyorum... Kütahya defteri kapandı kapanacak. Heyecanlıyım,çok buruk olduğumu söyleyemem. Sıradaki durağım özlemiyle yanıp tutuştuğum İstanbul...
Kötü son ile biten filmlerin hastası oldum son yıllarda. Sikilmiş hayatları anlatan Zeki Demirkubuz'u da çok seviyorum. Hele "Kader" filmini...
Yazacak şeyim kalmadı gibi...Aklıma bir şey gelmiyor. Ufak bir anı olsun bu yazı belki yarın gece okuyunca aklıma yeni şeyler gelir de onları yazarım. Hem okuması daha zevkli olur.
Bu akşam bi sebep uğruna içmiyordum ancak içtikçe kendime bir sebep aramaya başladım. Bilinçaltıma nasıl itilmişse;illa dertlenecek bir şey olmalı... Keyiften içiyor olamam.
Halbuki tamamen keyiften ve aylaklıktan içiyordum. Sonra içtikçe kendime bir misyon biçmeye uğraştım. Zor olmadı elbet. Bi fotoğrafa,bi videoya bakar hacı abi.... Açtım eski resimleri,videoları...Bir güzel dertlendim ki sorma. Mutluymuşuz amk. Hem de zirvedeymişiz lan. Son yıllarda çekindiğim resimlere baktım... Hiç birinde, 4-5 yıl önceki resimlerde takındığım gülümseme yok amk. Yaş geçiyor elbet ondandır da bir şeyler eksik kaldı. Neyin eksik kaldığını ya da beni neyin eksilttiğini de biliyorsunuz zaten...
Bu kış hatta bu yıl çok içki içtim. Her gece sarhoş falan değildim ama ayda bir kurduk neredeyse rakı soframızı... Ara ara ayak üstü içtiklerimiz de oldu. Kütahya'ya dair en çok özleyeceğim şey dostlarımla kurduğumuz rakı sofralarıdır... Birer birer eksildi tüm dostlarım masadan ve geldiğim nokta ; tek başıma içiyorum artık. Bir Chuck Palahniuk romanının bunalımlı baş karakterleri gibi hissediyorum ara sıra. Kasıntı olduğumdan değil. Ne bileyim; bir Tyler Durden rahatlığında olmak çok hoşuma gidiyor. Belli ki çok etkisinde kalmışım. Bu etkilere bu kadar duyarlı hale gelmemin de sebeplerini yazdım daha önce.
Bu geceyi boş geçmemek adına yazıyorum... Kütahya defteri kapandı kapanacak. Heyecanlıyım,çok buruk olduğumu söyleyemem. Sıradaki durağım özlemiyle yanıp tutuştuğum İstanbul...
Kötü son ile biten filmlerin hastası oldum son yıllarda. Sikilmiş hayatları anlatan Zeki Demirkubuz'u da çok seviyorum. Hele "Kader" filmini...
Yazacak şeyim kalmadı gibi...Aklıma bir şey gelmiyor. Ufak bir anı olsun bu yazı belki yarın gece okuyunca aklıma yeni şeyler gelir de onları yazarım. Hem okuması daha zevkli olur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bazı Rüyalar 3
Önceki 2 "Bazı Rüyalar" yazılarımı okudum az önce. Ne acaip rüyalar imiş onlar da.... Aslında insanın bir rüya günlüğü de olmalı b...
-
Bu adamı hatırlayanınız var mı? Bana göre Trt'nin hatta Türk televizyon tarihinin en iyi dizilerinden biri olan 7 numaranın en sevdi...
-
Nazım Hikmet "Karıma Mektup" şiirinde şöyle demiş: ... En fazla 1 yıl sürer 20. yüzyıl'da ölüm acısı... Ölüm doğduğumu...