17 Aralık 2016 Cumartesi

Çarşı İzni




Gece Silahçısı saat 02:40' da yatağımın başına geldi. "hadi ağbi nöbetin var"...

Usta birliğime katılmış olsam da oradada bi acemilik yaşıyorum. İkinci ya da üçüncü nöbetime gidicem. Ocak ayının sonları olması lazımdı. Kışın en soğuk, gecenin en karanlık saatlerine denk gelen nöbetleri yeni gelenlere tutturulur. Hiç şikayet etmedim. Severek giderdim nöbetime. Sorumluluğunu bilirdim. Oturmak, uyuklamak, sigara içmek... kısacası nöbet mahallinde yasak olan tüm eylemlerden uzak, çakı gibi nöbetimi tutar etrafı izlerdim.

Kalktım sıcacık yataktan. Çıplak ayaklarım betona dokundu, soğuğu hisseden parmaklarım refleks olarak terlikleri aradı. Üstümde istihkak olarak verilen eşofman takımı vardı. Hiç çıkarmadan üstüne kamuflajımı giydim. Çok soğuktu çünkü.Dolapta işim bitince botluğa gittim botlarımı giymek için. Koğuş nöbetçisi sigara içiyordu orada sohbet ettik biraz.

"Ağbi bu gece Alparslan Teğmen nöbetçi, aman diyim dikkat edin. Mutlaka devriyeye çıkar"

Benim devriyeden korkum yoktu, çünkü yasak olandan uzaktım hep. Ben nöbetimi tutmaya gidiyorum.

Silahlığa gidip G-3 Piyade Tüfeğimi aldım. Sigaram bitmek üzereydi ki Silahçı arkadaşım doldur-boşalt istasyonuna topladı hepimizi.

-Namlu Bidona
-Şarjör Çıkar

-Kurma Kolunu Çek, Bağla
-Atım yatağını elle ve gözle kontrol et.

-BOOŞ,BOOŞ,BOOŞ
-Emniyet aç
-Sağ baştan tetik düşür.
-Emniyet Kapa
-Şarjör tak
-Esas Duruş

Yanlış hatırlamıyosam böyle uygulanıyordu doldur-boşalt işlemi. 3'er metre aralıkla tek sıra olup nöbet yerlerimize doğru yürüdük. Rüzgar şiddetliydi, yüzümüzü iyice haşlamasın diye boyunluğumu gözlerimin altına kadar çektim. Daha önceki nöbetlerimden daha farklı bir yere yazılmıştı o gece nöbetim. 2 kişi tutulan nöbetlerden. Nefret ederim 2 kişi tutulan nöbetlerden. Ben yalnız çalışmayı severim. Neyse, konuşkan bi kardeşim vardı yanımda. O da yalnızlıktan korkarmış, yeni gelenler içinde de en muhabbet edilebilir ben göründüğüm için benim yanıma yazdırmış nöbetini. Biraz asi olduğu için de gece nöbetinden kurtulamıyordu... Yasak olan ne varsa yine yapmıştı o gece, her teklifini reddettim ama askerde asla tek yargılanmazsın. O yasağı kendisi işlerken yakalanırsak kimse bakmazdı benim nizami olup olmadığıma. Ben de suç ortağı sayılırdım. Gerildikçe gerildim nöbet bitene kadar. Son 10 dakika kalmıştı artık. Nöbet kulübemizden silahlıktaki hareketliği görebiliyorduk. "Ohh" çektim, bitiyordu. Nöbetçilerin geldiği gözle seçilmeye başlayınca arkadaşım hemen ayrıldı nöbet kulübesinden. "Hadi ağbi geldiler, gidelim" diye... Ancak 25-30 metre vardı aramızda. Tereddütle ben de hareket ettim. Ancak emin değilim. Çünkü silahçı yalnız olduğu zaman işaret verir, yanımıza kadar yürümemek için erken ayrılmamızı sağlardı. Ordan gelen bi alışkanlıktı arkadaşımın yaptığı ama bize herhangi bir işaret vermemişti o akşam. Bi pislik vardı. Hakikatten de varmış. Nöbetçi komutan nöbetçilerin içine girmiş, devriyeye o şekilde çıkmıştı o gece. Bizi nöbet yerini erken terkettik diye bir güzel azarladı o an ama bitmemişti biliyorum. Diğer nöbetçileri de topladıktan sonra esas şovuna başlıcaktı. Ben ayrılmamıştım tam olarak ama arkadaşım ayrıldığı için ben de ayrılmış sayıldım. Almanya yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık... 2 ve 3 numaralı kulübelerde de sıkıntı vardı. Onları da görünce iyice delirdi komutan.

Döndük, doldur-boşalt yaptık. Silahları teslim ettik. İsimlerimiz aldı komutan. Tutanak tutucak. Arkadaşım dayanamadı. "ağbi senin suçun yok ben gidip konuşçam" dedi. gitti konuştu da... Komutan çağırdı beni odasına. Tekmilimi verdim. Vermez olaydım. Ağzıma sıçtı. Yaşım komutandan büyük bu arada ancak rütbelerimiz tam tersi. Mahvetti beni. Keşke konuşmasaydı da tutanağımı yeseydim efendi efendi. Zaten tutanağı yedim. Arkadaşımın 3, benim 1 hafta çarşım kilitlendi. Halbuki o hafta çarşıda güzel bir mekanda kahvaltı edicektik. Geniş geniş, yayıla yayıla... Taze ekmek yicektik, taze çay içicektik cam bardaktan. İçtima görmicektik yemek yemek için. Telefonlarımızı rahat rahat kullanıcaktık. İnternete giricektik, kimimiz nişanlısıyla konuşucaktı, kimimiz nişanlısıyla buluşucaktı,kimimizin sevgilisiyle arası açıktı, düzeltmesi için iyi bir fırsattı... Ben ailemle haberleşicektim. Müzik dinlicektim. En sıkıntı çektiğim konu müzik dinleyememekti benim çünkü. Arkadaşlarım kahvede iskambil oynarken ben kulaklığımla müzik dinlerdim bütün gün... Yani o hafta çarşıya çıkmalıydım. Zira geçen hafta güvenlik sebebiyle hiç birimiz çıkamamıştık çarşıya.. Nöbetten geldiğimde sat 05:30 u geçmişti. Zaten yarım saat sonra uyandırılıcaktık, uyumak gereksizdi ancak diğer arkadaşlarım hemen uyumuştu. Fırsatın varsa uyucaksın çünkü askerde. Ben uyuyamamıştım. Çok üzülmüştüm o gece. Hem o kadar nizami nöbet tutmaya gayret ederken, hem çarşı ile ilgili o kadar planım varken bir suçlu olmak ve çarşı cezası almam çok zoruma gitmişti. Haketmemiştim o cezayı, yaniğ haketmiştim de arkadaşımın hareketine mani olmadığım için haketmiştim. Ben yaptığım için değil... O hafta sonu yaklaştığında arkadaşlarımın çarşı defterleri dağıtılmıştı, çarşı izinleri yazılmış, birlik komutanı tarafından imzalanmıştı. Ben ise küçük emrah gibi baktım. Yoktu benim defterim, çünkü ben cezalıydım. Çarşı cezası aldığınız zaman haftasonunuz nöbetle geçer. Arkadaşlarım sivil kıyafetleri ile çıkmışlardı içtimaya, ben ise boyalı botlarımla, kamuflaşımla nöbete hazırdım. Ben nöbetteyken çıktılar çarşıya... Çok koymuştu. Kocaman adamdım ama çok koymuştu.

Çarşı her şeydi. Çarşı bir kaç saatlik özgürlüktü. Unuttuğun sivil yaşamı  yine belli yasaklar altında hatırlamak demekti. Çok önemliydi. Bayram sabahına hazırlanır gibi hazırlanır askerler çarşıya çıkacakları sabah. Kahvaltı etmezler dışarıda sıcak sıcak simit yesinler diye. Hızlı hızlı yürürler içtimadan sonra çıkış kapısına kadar. Çünkü geçen her saniye onların zararınadır. Koşarak çıkanları da gördü gözlerim.


İşte bu sabah Kayseri' deki kahramanlar da buna benzer duygularla çıktılar çarşıya. Onları çarşıya bırakıcak olan servise sıkışa sıkışa, koşa koşa bindiler. Tam tugaydan çıkmışlardı ki....


Çok üzgünüm çok. En büyük derdim bunlar olsun. Kahramanlarımızın kederli ailelerine sabırlar diliyorum.

20 Kasım 2016 Pazar

Çok Maaş Değil Adalet İstedim Ben.



Uzun zaman oldu buraya bir şeyler yazmayalı. Yazmadığım dönemde de pek çok şey değişti hayatımda. Askerlik hizmetimi tamamladım örneğin... Yarıda bıraktığım işime geri döndüm tekrar. Hatta birini sevdim tekrardan. Çok şey var hakkında yazılacak fakat benim yazmak istediğim biraz iş hayatı ile ilgili.

Okulumun bitişine müteakip çok vakit geçemeden özel bir bankada işe girdim. İsmini yazmıycam buraya. Ancak biliyosunuz nerede çalıştığımı. Klişeleri es geçmek istiyorum çok uzatmamak adına. Evet özel sektör zor, evet kapitalizm, evet sömürülüyoruz, evet asgari ücrete göre muazzam yoğunlukta performans gösteriyoruz vs vs vs...

Büyük bir bankanın çok başarılı ve büyük bir şubesinde çalışıyorum. Hatta geçtiğimiz haftalarda çalıştığım şubenin performans raporu geldiğinde Türkiye sıralamasında önemli bir yol katettiğimiz ve bulunduğumuz bölgede 1. sıraya yerleştiğimizi öğrendik. Bu haberi aldığımızda bütün şube bir bayram yerine döndü. Asgari ücretle çalışıp milyonlar kazandıran köleler şubelerinin yükselmesine öylesine seviniyorlardı ki gören mutlaka bundan pay aldığımızı filan düşünürdü. Hatta çalıştığımız kuruma değil de kendimize kazandırmışız sanabilirdi. Kurumu sahiplenmek önemlidir evet. Ancak kurumun seni sahiplenemiyosa ya da bunu gösteren ciddi adımlar atamıyosa kusura bakmayın ama bu mallıktan ziyade bir şey değildir. Evet o malların içinde ben de varım. Stockholm sendromu belki de benimkisi... İşkolik olma durumu. Bazen çok sakin ve sessiz işlerde görev alıyorum. İnanın o gün bitmek bilmiyor. Zaman geçmiyor amk. Bana sorun verin, sıkıntılı müşteri verin. Adımı unutayım yoğunluktan. Aynı anda hem müşteriye hem yetkilime hem telefona cevap veriyim. Tüm bunları yaparken bir maile cevap yazıyım... Asgari ücretle çalışan işkolikler... Babasının işi olsa bu kadar çalışmazlar amk...

Tüm bu başarıların üstüne bir ödül verelim dediler. Dediler ki "pasta keselim, bunu kutlayalım". Milyonlar kazandırdık boru mu bi dilim pastayı hakettik. Üstelik öylesine onurlandırıldık ki; pastayı kendi başımıza değil sevgili bölge müdürümüzün teşrifleri ile kesicektik... Gerçekten şımartılıyoruz. Bir hafta sonrasına bir öğlen arasına organizasyon yapıldı. Sevgili bölge müdürümüz ve yardımcıları şubemize teşrif edecek. Bizleri tebrik edip pasta kesicez. Sağolsunlar pastayı kendileri yaptırmış. Gerçekten şımartılıyoruz.

Organizasyon günü için tüm kölelere direktifler verildi. "Başarılı olduğunuz için ödüllendirileceksiniz, yarın bölge müdürümüz gelip sizlere pasta getirecek. Pis köleler ağzınız tatlanacak. Bunu hakettiniz belki ama daha da haketmeniz lazım, o yüzden temiz giyinin, adam akıllı takımlar giyinin, saçlarınızı fönletin/tarayın öyle gelin...." Organizasyon günü herkese mail atıldı: "öğlen molasında kimse yemeğe çıkmıyor. Herkes kutlamaya katılacak. Aç karınla pasta yiyeceğiz,fotoğraf çektireceğiz. Siz misiniz başarılı olan? Başarı sizin neyinize köleler?". Dedikleri gibi yaptık. Karnımız aç ama yemeğe çıkmadık. Pasta kesmeye çıktık. Herkesin yüzünde aynı yalancı gülümseme. Herkes çok mutlu ama kin dolu. Herkes çok başarılı ama stres topu. Sevgili bölge müdürümüz ve yardımcıları pastalarını kestiler. Bizler izledik. Fotoğraf çekidiler. Ellerimizi sıkıp bizleri artık daha da şımarttılar. Bu kadarı da fazla artık. Bize bu kadar yüz vermemeleri gerekiyo. Neyse...

O gün öğlen arasında alel acele yemek yiyip günü tamamladık. O gün sevgili bölge müdürümüz şubemize uğrayıp her servis için ayrı ayrı görüşmüş şube müdürümüz ile. Demiş ki: "sizin şubenin memurları çok maliyetli. Sürekli banka hesaplarına bakıp bankamızın sistemini kullanıyolar. Bu da maliyet yaratıyo. Bunun önüne geçin."  Hemen listeler hazırlanmış. Maliyeti en yüksek personeller gösterilmiş. Uyarılar yapıldı, tedbirler önerildi. Tüm suçumuz bölgemizde birinci olmaktı üstelik. Dediler ki" bu yetmez, biz bi bok yapmış değiliz. artık şampiyonlar ligindeyiz. daha çok çalışmalıyız" hepimize ekstra işler ekstra hedefler verildi. Bu anlattıklarım belki bazılarınıza katlanılamaz geliyor. Benim için çok normal şeyler çünkü benim işim bu. Ben insan idare ederim. Ben müşteri ve kurum arasında sıkışırım, ikisinin de çıkarlarını korumaya çalışırım. Üstelik bunun karşılığında asgari ücretin birazcık üstüne çalışırım. Fakat benim işim bu. Ben bunu yapabiliyorum. Hem de zorlanmadan.

Tüm bu anlattıklarımın üstüne neden hala bu işi yaptığımı sorabilirsiniz. Haklısınız. Ben de soruyorum kendime... Bir kaç sebebi var bunun ama belki başka bir yazıda yazarım onları da. Bu anlattıklarım sadece bana ve benim kurumuma özel şeyler değil. Bu anlattıklarım tüm meslektaşlarımın başına gelen benzer şeyler. Yani bu işin fıtratında bu var :) Bunlarla baş edemem diyorsan zaten istifa edip gidebiliyosun, kimseyi zorla tutmuyorlar buralarda.

Viskinin kafası yeni geldi. Bayağıdır da yazmadığım için kopuk kopuk kalmış olabilir ancak idare edersiniz.

He bir de başlık ve başta verdiğim şarkının ne alaka olduğunu yazıyım.
O şarkıda benim çok beğendiğim bir dörtlük var, onu vurgulamak istedim aslında belki de...

Çok maaş değil adalet istedim ben
Bir sene mevkii için göt yalayan insan izledim ben
O yüzden; siktirin len
Mühendis değilim ben. Repçiyim ben...


Bazı Rüyalar 3

Önceki 2 "Bazı Rüyalar" yazılarımı okudum az önce. Ne acaip rüyalar imiş onlar da.... Aslında insanın bir rüya günlüğü de olmalı b...